14.5 C
İstanbul
19 Nisan 2025, Cumartesi
Ana SayfaAvrupa Birliği (AB)Türkiye Savunmada Öne Çıkıyor, Avrupa Geride mi?

Türkiye Savunmada Öne Çıkıyor, Avrupa Geride mi?

Tarih:

Önerilen Yazılar

Dünya Neden Kırılma Noktasına Geldi?

UNU-EHS'nin 2025 raporu, felaketleri değil, onları doğuran sistemleri ve...

Yapay Zekâ Devrimi: Eşitsizlikle Kodlanan Bir Gelecek

Yapay Zekâ ve İnsan İşbirliği “Bazen bir devrim, sadece makineleri...

Pestisitler Ekosistemi Öldürüyor mu?

Kimyasalların Sessiz Yolu BY Mehmet Cömert / BRÜKSEL Tarımda verimliliği artırma...

ABD İran’ı Vuracak mı?

Diego Garcia’dan Yükselen Sessiz Tehdit ve Nükleer Diplomasi Üzerine...

Alevlere Karşı Yapay Zekâ İşe Yarar mı?

Türkiye'de çıkan orman yangınları BY Mehmet Cömert / BRÜKSEL FireSat projesi,...

John F. Kennedy, 26 Haziran 1963’te Brandenburg Kapısı’nda. Kaynak: Will McBride-Camera Work/Kennedy Müzesi, Associated Press aracılığıyla.

BY Mehmet Cömert / BRÜKSEL

Oval Ofis’in ağır kapıları yeniden açıldığında, dünya bir kez daha değişiyordu. Donald Trump, ABD Başkanı olarak ikinci kez görevine başlamış, ilk açıklamalarından biri Avrupa’ya yönelik sert mesajlar vermek olmuştu. “Amerika, artık Avrupa’nın bekçisi olmayacak.”

Brüksel, Berlin, Paris… Avrupa başkentlerinde endişeli toplantılar birbirini izliyordu. Diplomatik koridorlarda yankılanan tek bir soru vardı: “ABD’siz bir Avrupa mümkün mü?” Uzun yıllardır Amerikan askeri şemsiyesi altında güvende olduklarını düşünen Avrupalılar için bu yeni bir gerçeklikti.

NATO’nun en güçlü oyuncusu olan ABD, artık savunma yükünün büyük kısmını sırtında taşımak istemiyordu. Trump, Avrupa’ya açık bir mesaj gönderiyordu: “Artık kendi güvenliğinizi kendiniz sağlayın.”

Soğuk Savaş’ın sona erdiği o günlerde, Avrupa için savunma hiçbir zaman birinci öncelik olmamıştı. ABD’nin devasa askeri gücü, NATO’nun çelikten kalkanı ve Washington’un kararlılığı, kıtanın en büyük güvencesiydi. Ancak dünya değişmişti.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Avrupa’nın aslında ne kadar savunmasız olduğunu gözler önüne sermişti. Amerikan tankları ve uçakları olmadan, Avrupa kendi başına bir savaşı ne kadar sürdürebilirdi? Dahası, Trump artık Ukrayna’ya daha fazla kaynak ayırmak istemediğini söylüyordu. Avrupa, Washington’un desteği olmadan bu savaşı nasıl yöneteceğini düşünmek zorundaydı.

Brüksel’de, Avrupa Birliği yetkilileri son çare olarak bir araya geldiler. Ursula von der Leyen, Avrupa Komisyonu Başkanı olarak kürsüye çıktığında salondaki atmosfer gergindi. Herkes onun söyleyeceklerini merak ediyordu. “Avrupa’nın savunmasına 800 milyar euro ayıracağız.”

Salonda yankılanan bu sözler, bir dönüm noktasına işaret ediyordu. Avrupa, artık kendi ordusunu kurmak için harekete geçiyordu. Fransa ve Almanya, ortak bir askeri güç oluşturma fikrini daha önce dile getirmişti, ancak şimdi bu sadece bir fikir olmaktan çıkıp bir zorunluluğa dönüşmüştü.

Yıllardır süren tartışmalar artık bir kenara bırakılmıştı. Avrupa, tarihinde ilk kez, kendi kaderini kendi belirlemek için somut adımlar atmaya başlamıştı.

Ancak Avrupa’nın onlarca yıl boyunca ABD’ye bağımlı hale gelmesi bir tesadüf değildi. Bugün yaşanan güvenlik krizi, geçmişte atılan siyasi ve askeri adımların bir sonucuydu. Bu bağımlılığı inşa eden süreç, belirli nedenlere dayanıyordu ve Avrupa’nın gelecekte nasıl bir yol izleyeceğini anlamak için bu tarihsel temelleri göz ardı etmemek gerekiyordu. Avrupa’nın Washington’a bel bağlamasına neden olan bu dinamikler, şimdi Avrupa’nın kendi savunmasını inşa etmek zorunda kalmasına yol açıyordu.

Avrupa için bu süreci yönetmek oldukça sancılı olacağa benziyordu. Ancak kıtadaki ülkeler, hâlâ ABD’ye askeri açıdan bağımlılığın gölgesinde bir yol haritası çizmeye çalışırken, Türkiye çok daha farklı bir tablo ortaya koyuyordu. Son yıllarda savunma sanayisini büyük ölçüde yerlileştiren ve bağımsız bir askeri model geliştirme konusunda önemli adımlar atan Türkiye, Avrupa’nın aksine ABD’ye daha az bağımlı bir güvenlik stratejisi oluşturma kapasitesine sahip görünüyordu.

Avrupa’nın ABD’ye askeri bağımlılığının kökenlerini anlamadan, kıtanın savunma stratejisinde yaşanacak dönüşümü analiz etmek mümkün değildir. Bu noktada, Avrupa’nın neden ABD’ye bağımlı hale geldiğini açıklayan beş temel sebep öne çıkmaktadır.

1. Savaşın Enkazından Doğan Güç: ABD’nin Yükselişi

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünya sahnesinde yeni bir güç dengesi oluştu. Avrupa, savaşın yıkıcı etkileriyle harap olmuş, ekonomik ve siyasi olarak zayıflamışken, ABD tam aksine güçlenerek savaşın en büyük kazananı haline geldi. Savaşın doğrudan Amerikan topraklarına sıçramaması, ülkenin sanayi üretimini hızla artırmasına ve küresel ekonomide baskın bir konuma gelmesine olanak sağladı.

ABD, savaş yıllarında sanayisini ve üretim kapasitesini olağanüstü derecede genişletti. Endüstriyel üretim neredeyse iki katına çıkarken, 1945 yılına gelindiğinde dünya sanayi üretiminin yarısından fazlası ABD’ye aitti. Bu ekonomik ve endüstriyel üstünlük, savaş sonrası dönemde Amerika’yı küresel bir lider olarak konumlandırdı.

Öte yandan, savaşın bitimi Avrupa’nın güç kaybettiği bir döneme işaret ediyordu. Almanya tamamen harap olmuş, İngiliz İmparatorluğu parçalanma sürecine girmiş ve kıta genelinde ekonomik çöküş baş göstermişti. Bu koşullar, ABD’yi doğal bir lider olarak ön plana çıkardı. Önceleri Avrupa’nın meselelerinden uzak durmayı tercih eden Amerika, artık kıtanın yeniden inşasında belirleyici bir aktör olmanın kaçınılmaz olduğunu fark etti.

Böylece ABD, sadece askeri ve ekonomik gücüyle değil, diplomatik hamleleriyle de Batı dünyasının lideri konumuna yerleşti. Bu gelişme, Avrupa’nın ABD’ye askeri olarak bağımlı hale gelmesinin en temel sebeplerinden biri oldu.

2. Yeniden İnşa

© E. Spreckmeester / Ekonomik İşbirliği Ajansı / Wikimedia Commons

ABD’nin Silah Yardımına Mesafeli Tutumu ve Ekonomik Destek Stratejisi

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD, Avrupa’yı yeniden ayağa kaldırmak için ekonomik kaynaklarını seferber etmeye hazırdı. Ancak bu yardımın temel amacı yalnızca kıtanın toparlanmasını sağlamak değil, aynı zamanda ABD’ye yakın duran, istikrarlı ve güçlü ekonomilere sahip demokratik rejimlerin oluşturulmasıydı. Böylece Avrupa ülkelerinin barışçıl bir şekilde ticaret yapmaları ve Amerikan mallarına talep göstermeleri hedefleniyordu.

Bununla birlikte, ABD yönetimi Avrupa’nın askeri açıdan yeniden güçlenmesini istemiyordu. Hatta dönemin ABD Hazine Bakanı Henry Morgenthau, Almanya’nın sanayi altyapısının tamamen tasfiye edilerek bir tarım ülkesine dönüştürülmesini bile önermişti. Bu radikal fikir hayata geçirilmedi, ancak savaş sonrası Avrupa’ya yönlendirilen 13,3 milyar dolarlık (günümüz değeriyle yaklaşık 150 milyar euro) Marshall Planı yardımları tamamen sivil amaçlarla kullanıldı.

Bu ekonomik destek sayesinde Avrupa ülkeleri ABD ile ticaret yaparak hızla toparlandı ve ekonomik açıdan güçlendi. Ancak askeri anlamda eski kapasitelerine ulaşamadılar ve güvenliklerini sağlamak için Amerikan desteğine bağımlı hale geldiler.

3. Düşük Savunma Bütçeleri

1945’te Başkan Harry S. Truman. Kaynak: Kongre Kütüphanesi

Avrupa’nın Savunma Harcamalarındaki Çekingen Tutumu

ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki artan gerilim, 1949 yılında ABD, Kanada ve on Avrupa ülkesinin bir araya gelerek NATO’yu kurmasına yol açtı. Ancak, Kore Savaşı’nın patlak vermesi bu ittifakın askeri boyutunu daha da ön plana çıkardı. Haziran 1950’de komünist Kuzey Kore’nin ABD destekli Güney Kore’ye saldırması, Washington yönetimi tarafından Sovyetler Birliği’nin küresel yayılmacılığının bir göstergesi olarak değerlendirildi.

Bu gelişme, ABD’nin Avrupa’daki önceliklerini değiştirmesine neden oldu. Önceleri ekonomik toparlanmaya odaklanan Amerikan politikası, artık askeri kapasitenin güçlendirilmesini hedefliyordu. Batı Avrupa, güçlü bir savunma hattı oluşturarak komünizme karşı bir siper haline getirilmeliydi.

Ancak Avrupa devletleri, ABD’nin uzun süredir kıtanın güvenliği için harcama yaptığı gerçeğine alışmıştı. Bu nedenle savunma bütçelerini artırmaya yanaşmadılar. Bu durum, NATO içinde Avrupa ülkelerinin katkılarının ABD’ye kıyasla oldukça düşük seviyelerde kalmasına neden oldu. Sonuç olarak, Avrupa güvenliği büyük ölçüde Amerikan askeri gücüne bağımlı hale geldi ve kıta kendi savunmasını finanse etmekten kaçındığı sürece bu bağımlılık devam etti.

4. Pasifizm ve Askeri Çekimserlik

(Temsili Görsel) Kaynak: AP

Pasifizm ve Savunma Hazırlığını Zayıflatan Etkisi

1960’lı yıllarda Avrupa’da nükleer savaş korkusunun derinleşmesi, güçlü bir pasifist hareketin doğmasına yol açtı. Barış yanlısı gruplar, ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki silahlanma yarışına karşı kitlesel gösteriler düzenledi ve toplumda geniş yankı uyandırdı.

On yılın sonunda, ABD’nin Vietnam’daki askeri müdahalesine karşı oluşan tepkiler, özellikle gençlik hareketlerinin isyan dalgasında önemli bir yer tuttu. Bununla birlikte, sonraki yıllarda da Avrupa genelinde nükleer silahlara ve militarizme karşı büyük çaplı protestolar düzenlendi. Örneğin, 1983 yılında Londra’daki Hyde Park’ta yaklaşık 300.000 kişi nükleer silahlara karşı gösteri yaptı.

Bu barış yanlısı hareketler zamanla siyasi arenaya da nüfuz etti. Pek çok Avrupa ülkesinde, parlamentolarda pasifist görüşleri savunan partiler güç kazandı. Örneğin, Hollanda’da PSP gibi partiler meclise girerek savunma politikalarının yeniden şekillenmesinde etkili oldu. Benzer bir süreç Almanya’da da yaşandı. 1980’lerde Yeşiller Partisi (Die Grünen), nükleer silahlara ve NATO’nun askeri politikalarına karşı çıkarak güçlü bir siyasi aktör haline geldi. Almanya’da özellikle 1983 seçimlerinde Yeşiller’in federal parlamentoya girmesi, ülkede militarizme karşı duyarlılığın arttığını ve savunma harcamalarına yönelik eleştirilerin daha yüksek sesle dile getirildiğini gösteriyordu.

Bu eğilim, Soğuk Savaş sonrası dönemde Almanya’nın savunma harcamalarını sistematik olarak azaltmasına ve NATO içindeki askeri yükümlülüklerini minimum seviyede tutmasına yol açtı. Federal hükümet, ABD ile askeri iş birliğini sürdürse de, kamuoyundaki güçlü pasifist eğilimler nedeniyle askeri operasyonlara katılım konusunda uzun yıllar boyunca çekimser bir tavır sergiledi. Hollanda ve Almanya gibi ülkelerde gelişen bu barış yanlısı hareketler, Avrupa genelinde savunma harcamalarının azalmasına yol açarken, aynı dönemde ABD’nin askeri bütçesi hızla artmaya devam etti. Böylece Avrupa’nın güvenlik açısından ABD’ye olan bağımlılığı daha da pekişti.

5. Silah İthalatına Bağımlılık

KLu F-104 Starfighter (Hollanda Kraliyet Hava Kuvvetleri F-104 Starfighter)

5. ABD’ye Bağımlı Silahlanma Politikası

Soğuk Savaş döneminde, askeri teçhizat ticareti büyük ekonomik kazanç sağlayan bir sektör haline geldi. ABD, savaş uçakları ve donanma gemileri başta olmak üzere silah satışlarını artırarak özellikle Almanya, Birleşik Krallık ve Japonya gibi ülkeleri önemli müşteriler haline getirdi. Bu satışlardan elde edilen gelir yıllık ortalama 2 milyar dolara ulaştı.

Amerikan havacılık ve savunma sanayisinin önde gelen firmalarından biri olan Lockheed, 1966 yılında 58,9 milyon dolar (günümüz değerleriyle yaklaşık 500 milyon euro) kâr elde etti. ABD’li silah üreticileri, ihracatlarını artırmak için geniş çaplı lobi faaliyetleri yürüttü.

Ancak, yalnızca özel sektör değil, ABD hükümeti de Avrupa ülkelerini Amerikan yapımı silahlar satın almaya teşvik etti. Ekonomik ve siyasi baskılarla bu ülkelerin ABD’den askeri teçhizat alması desteklenirken, Avrupa’da bağımsız ve güçlü bir savunma sanayisinin oluşması engellendi.

Avrupa ülkeleri için ABD’den silah temin etmek kısa vadede maliyet açısından avantajlı görünse de, bu durum kıtanın uzun vadede kendi askeri üretim kapasitesini geliştirmesini engelledi. Sonuç olarak, Avrupa’nın savunma altyapısı giderek ABD’ye bağımlı hale geldi ve kıta, stratejik anlamda kendi kendine yeterli bir askeri sanayi kurma fırsatını büyük ölçüde kaçırdı. Benzer bir süreç, Avrupa dışında Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde de gözlemlendi.

Türkiye ve Suudi Arabistan

Benzer bir süreç, Avrupa dışında Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde de gözlemlendi. Türkiye, Soğuk Savaş boyunca NATO’nun önemli bir üyesi olarak Amerikan silah sistemlerine büyük ölçüde bağımlı hale geldi. NATO’ya katıldığı 1952 yılından itibaren, Türkiye’nin savunma sanayisi büyük ölçüde ABD tarafından sağlanan askeri yardımlara dayandı. Bu süreçte, Amerikan yapımı savaş uçakları, tanklar ve füze sistemleri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin belkemiğini oluşturdu. Türkiye, askeri modernizasyonunu büyük ölçüde Washington’un sunduğu sistemlerle gerçekleştirdi.

Ancak son yıllarda Türkiye, yerli savunma sanayisini güçlendirme yönünde önemli adımlar atarak bu bağımlılığı azaltmaya çalışmaktadır.

Özellikle Bayraktar TB2 ve Akıncı SİHA’ları, Hisar hava savunma sistemleri ve Altay ana muharebe tankı gibi projeler, Türkiye’nin savunma sanayisinde dışa bağımlılığı azaltmada kritik eşikler olarak görülmektedir. Bununla birlikte, F-16 savaş uçakları ve gelişmiş hava savunma sistemleri gibi alanlarda dış tedarik zorunluluğu halen devam etmektedir.

Suudi Arabistan da ABD ile güçlü bir askeri tedarik ilişkisi geliştirdi. Körfez bölgesindeki güvenlik dinamikleri çerçevesinde Riyad yönetimi, askeri gücünü artırmak amacıyla büyük ölçüde Amerikan yapımı silah sistemlerine yöneldi. Özellikle 1991 Körfez Savaşı sonrasında, Suudi Arabistan’ın ABD’den savaş uçakları, füze sistemleri ve hava savunma teknolojileri satın alımı hız kazandı. Bugün Suudi ordusu, büyük ölçüde Amerikan yapımı F-15 savaş uçakları, Patriot hava savunma sistemleri ve çeşitli ABD menşeli zırhlı araçlara bağımlıdır. Bu bağımlılık, sadece askeri alanda değil, aynı zamanda dış politika kararlarını da etkilemekte ve ülkelerin stratejik hareket alanlarını belirli ölçüde kısıtlamaktadır.

Avrupa gibi Türkiye ve Suudi Arabistan da Amerikan savunma sanayisine entegre olmuş ve kendi askeri sanayilerini geliştirme süreçlerini geciktirmiştir. Türkiye, son yıllarda yerli üretime ağırlık vererek bağımsızlaşma yolunda önemli adımlar atsa da, bu sürecin tamamlanması zaman alacaktır. Ancak asıl soru şudur: Türkiye, savunma sanayisinde tam bağımsızlığa Avrupa’dan daha önce mi ulaşacaktır?

Avrupa ülkeleri, uzun yıllar boyunca ABD’ye askeri açıdan bağımlı kalmış ve kendi savunma sanayilerini geliştirme konusunda yavaş ilerleyen bir süreç izlemiştir. Türkiye ise son yıllarda savunma teknolojilerine yaptığı yatırımlarla bu bağımlılığı hızla azaltmakta ve yerli üretimi teşvik eden bir model oluşturmaktadır. Avrupa, ortak bir askeri yapı oluşturma konusunda hem siyasi engeller hem de uzun bürokratik süreçlerle mücadele etmeye devam ederken, Türkiye’nin esnek karar alma mekanizmaları ve devlet destekli savunma sanayi hamleleri, onu bu yarışta öne çıkarabilir mi?

Türkiye, NATO üyesi bir ülke olarak askeri bağımlılıktan Avrupa’dan daha hızlı mı kurtulacak? Bu süreç nasıl yönetilecek? Bu sorular, önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin güvenlik politikalarının ana belirleyicileri olmaya devam edecek.

Türkiye’nin Durumu: NATO İçindeki Konumu ve Askeri Bağımsızlık Tartışmaları

1950’li yıllarda gerçekleştirilen bir NATO tatbikatında, Sovyetler Birliği ile kara sınırı bulunan iki NATO üyesi, Türkiye ve Norveç’in askeri yetkilileri bir araya geliyor. Orgeneral Nurettin Baransel’in de katıldığı bu buluşma, Soğuk Savaş döneminde iki ülkenin ittifak içindeki stratejik önemini ve savunma iş birliğini gözler önüne seriyor.

Avrupa’nın askeri olarak ABD’ye bağımlılığı tartışılırken, Türkiye’nin durumu da benzer bazı dinamikleri içermektedir. Türkiye, NATO’nun ikinci en büyük ordusuna sahip olmasına rağmen, ittifak içindeki konumu ve savunma sanayisi açısından zaman zaman ABD ile benzer bağımlılık ilişkileri içinde olmuştur.

1. NATO’daki Rolü ve ABD ile İlişkiler:

Türkiye, 1952 yılında NATO’ya katıldığından beri ittifakın önemli bir üyesi olmuş, özellikle Soğuk Savaş boyunca Sovyetler Birliği’ne karşı Batı’nın ileri karakolu görevini üstlenmiştir.

Bu süreçte Türkiye, askeri yardımlar ve güvenlik taahhütleri konusunda ABD’ye büyük ölçüde bağımlı hale gelmiş, silah sistemleri ve askeri modernizasyon konularında Washington’un politikalarına bağlı kalmıştır.

2. Savunma Sanayisinde Bağımlılığı Azaltma Çabaları:

Son yıllarda Türkiye, yerli ve milli savunma sanayisini güçlendirme yönünde önemli adımlar atmıştır. Özellikle İHA ve SİHA teknolojilerinde dünya çapında rekabetçi bir konuma gelmesi, bu bağımsızlaşma sürecinin en belirgin göstergelerindendir. Ancak, hala birçok kritik silah sisteminde ABD ve diğer Batılı müttefiklere bağımlılık söz konusudur. F-16 savaş uçakları, Patriot hava savunma sistemleri ve diğer stratejik askeri ekipmanlar açısından dışa bağımlılığın devam ettiği görülmektedir.

3. Türkiye’nin Gelecekteki Savunma Stratejisi:

Türkiye, ABD ve NATO ile ilişkilerini sürdürürken, aynı zamanda askeri bağımsızlığını artırma çabasını devam ettirmek zorundadır. Savunma sanayisinde milli projelere daha fazla yatırım yaparak hava, kara ve deniz sistemlerinde kendi üretim kapasitesini artırması, küresel jeopolitik dengelerde daha güçlü bir pozisyon elde etmesini sağlayacaktır.

Türkiye de Avrupa gibi askeri bağımlılıktan kurtulabilir mi? NATO üyesi bir ülke olarak bu süreç nasıl yönetilebilir? Bu sorular, önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin güvenlik politikalarının ana belirleyicileri olacaktır. Türkiye’nin savunma alanında bağımsızlık yolunda attığı adımlar, hem NATO içindeki konumunu güçlendirecek hem de ulusal güvenlik çıkarlarını daha sağlam temellere oturtacaktır.

İzmir, Türkiye: Türk savunma sanayisi tarafından geliştirilen insansız hava aracı (İHA) Anka, Anadolu Ajansı aracılığıyla Getty Images’te yayımlandı.

Sonuç ve Değerlendirme

Avrupa ve Türkiye’nin ABD’ye askeri bağımlılığı, tarihsel, ekonomik ve stratejik koşullar doğrultusunda farklı şekillerde evrilmiştir. Avrupa, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin sağladığı güvenlik şemsiyesi altında askeri harcamalarını bilinçli olarak düşük tutmuş, savunma sanayisini geliştirmekte gecikmiş ve NATO içindeki askeri kapasitesini büyük ölçüde Washington’a bağımlı hale getirmiştir. Pasifist politikaların Avrupa siyasetinde etkili olması ve Amerikan silah teknolojisine yönelim, kıtanın uzun yıllar boyunca savunma alanında kendi kendine yeterli bir yapı kurmasını engellemiştir.

Türkiye ise farklı bir yol izlemiştir. NATO üyesi olmasına ve uzun yıllar ABD’den askeri destek almasına rağmen, özellikle son yıllarda kendi savunma sanayisini güçlendirme yönünde önemli adımlar atmıştır. İHA ve SİHA üretiminde elde edilen başarılar, yerli savaş gemileri ve geliştirilmekte olan beşinci nesil savaş uçakları, Türkiye’nin ABD’den bağımsız bir askeri yapı oluşturma konusundaki kararlılığını ortaya koymaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin jeopolitik konumu, onu Avrupa’dan daha hızlı hareket etmeye zorlamıştır.

Mevcut durumda, Türkiye’nin ABD’den bağımsız bir savunma modeli geliştirme olasılığı, Avrupa’dan daha yüksek görünmektedir. Ancak Avrupa, ABD’nin güvenlik garantilerinin azalması ihtimaliyle yüzleşirken, askeri kapasitesini artırma yolunda adımlar atmak zorunda kalmıştır. Avrupa Birliği’nin ortak savunma girişimleri ve artan askeri harcamalar, kıtanın bu bağımlılıktan kurtulma sürecine girdiğini gösterse de, Türkiye’nin savunma sanayisinde elde ettiği ilerlemelerle kıyaslandığında oldukça geriden gelmektedir.

Önümüzdeki süreçte, Avrupa’nın askeri bağımsızlık yönündeki çabalarının ne kadar başarılı olacağı belirsizliğini korurken, Türkiye savunma alanında kendi teknolojisini üreten, ihraç eden ve stratejik savunma hamleleriyle kendi güvenliğini büyük ölçüde sağlayabilen bir ülke olma yolunda ilerlemektedir. Bu süreç, hem NATO içindeki dengeleri hem de küresel güvenlik sistemlerini kökten değiştirebilir.

Abonelik

- Özel röportajlar

- Sıcak gelişmeler

- Akademik çalışmalar

Yeni Yazılar

YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz