
Peter Bakker’e göre “İnsan, gezegen ve kâr” modeli çoktan iflas etti.
Küresel şirketlerin yönetim katlarında sürdürülebilirlik söylemi giderek daha fazla yer buluyor, ancak bu söylem çoğu zaman kâr maksimizasyonu uğruna ikinci plana atılıyor. Peki, özel sektör gerçekten de yeşil dönüşümün lokomotifi olabilir mi? Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi’nin (World Business Council for Sustainable Development – WBCSD) başkanı Peter Bakker bu soruya yılların deneyimiyle yanıt veriyor: “Güzel vaatlerin dönemi sona erdi. Artık somut değişim zamanı.”
WBCSD, dünya genelinde 200’ü aşkın büyük şirketi bir araya getirerek sürdürülebilirlik odaklı iş stratejileri geliştirmeyi amaçlayan küresel bir iş ağı. Amaçları arasında yalnızca çevresel hedefler değil, aynı zamanda toplumsal sorumluluk, etik yönetişim ve sürdürülebilir kalkınma politikalarının özel sektör eliyle hayata geçirilmesi de yer alıyor.
Bu yazı, çağımızın önde gelen sürdürülebilirlik düşünürlerden birini mercek altına alıyor. konuğumuz Peter Bakker, on yılı aşkın süredir küresel iş dünyasına sürdürülebilirlik vizyonu kazandırmaya çalışan bir figür olarak dikkat çekiyor. Ancak ona göre, yıllardır kullanılan o meşhur üçlü – “People, Planet, Profit” (İnsan, Gezegen, Kâr) – artık geçerliliğini yitirmiş bir model: “Bu yaklaşım en az on yıldır iflas etmiş durumda,” diyor Bakker. “Bugün şirketlerin sadece kâr değil, aynı zamanda net pozitif etki üretme sorumluluğu var.”
Sürdürülebilirlikte Asıl Eksik Olan Ne? Düşünmek mi, Uygulamak mı?
“Bu yazının adını ‘sürdürülebilirlik düşünürü’ değil de ‘sürdürülebilirlik uygulayıcılardan biri’ koymanız daha doğru olmaz mıydı?” Peter Bakker bu cümleyi yarı şaka yarı ciddi bir tonla söylüyor. Ancak sözlerinin ardında esaslı bir mesaj var: Ona göre, sürdürülebilirlik üzerine düşünme süreci artık tamamlandı; asıl mesele, fikirleri uygulamaya geçirmek.
Peter Bakker, Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi’nin (World Business Council for Sustainable Development – WBCSD) başkanı. Küresel ölçekte 200’den fazla büyük şirketi bir araya getiren bu platform, iş dünyasının sürdürülebilir kalkınmaya geçişini hızlandırmak için stratejiler geliştiriyor. Bakker, “Yapmamız gerekenleri çok iyi biliyoruz. Yüzlerce araştırma, rapor, yol haritası elimizin altında. Şimdi kritik olan, bu planları nasıl somut ve ölçeklenebilir eylemlere dönüştüreceğimiz” diyerek sözde kalmış çevreci söylemlere karşı eleştirel bir duruş sergiliyor.
Dünyanın politik ekseni hızla sağa kayarken, sürdürülebilirlik ilkeleri de bu siyasi atmosferden nasibini alıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) kriterleri kültürel bir çatışma alanına dönüşmüş durumda. Avrupa’da ise rekabetçi kalabilme uğruna iklim politikalarında gevşemeye gidiliyor. Böylesi bir ortamda, sürdürülebilirlik yalnızca bir ahlaki yükümlülük değil, aynı zamanda siyasi cesaret gerektiren bir pozisyon haline geliyor.
Peki, Peter Bakker kendisini bir düşünür olarak mı, yoksa bir uygulayıcı olarak mı görüyor? Soruyu içtenlikle yanıtlıyor: “Sanırım düşünür olacak kadar entelektüel değilim. Ama harekete geçme konusunda hızlıyım. Benim tarzım, uygulama odaklı olmak.”
Bu sözler, onun kariyerine bakıldığında son derece yerli yerine oturuyor. Bakker, WBCSD’ye geçmeden önce, 2001’den 2011’e kadar küresel lojistik devi TNT’nin CEO’luğunu yürüttü. Bu dönemde Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı ile kurduğu stratejik ortaklık ve başlattığı “Planet Me” girişimi, şirketi sıfır emisyon hedefiyle yeniden şekillendirme çabasının göstergesiydi. TNT’yi dünyanın ilk karbon nötr taşımacılık şirketi yapma vizyonu, o dönem için radikal denebilecek kadar iddialıydı.
Şirketlerin sosyal ve çevresel sorumluluk bilincinden oldukça uzak olduğu bir dönemde, Bakker bu bilinçle hareket eden nadir yöneticilerden biriydi. Kâr elde etmenin etik sorumlulukla çelişmek zorunda olmadığını, tam tersine bu iki ilkenin bir arada yürütülmesi gerektiğini savundu. Unilever’in eski CEO’su Paul Polman ve DSM’in eski yöneticisi Feike Sijbesma ile birlikte, bu mesajı iş dünyasının en yüksek platformlarında dile getirdi. Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda bu üçlü, “sürdürülebilirliğin üç silahşörü” olarak tanınıyor.
Sürdürülebilirlikte Yeni Dönem Başladı mı?
Peter Bakker: “Güzel vaatlerin devri bitti, şimdi ekonomi diliyle konuşma zamanı.”
Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi’nin (WBCSD) başkanı Peter Bakker, yıllardır çevre ve ekonomi arasında sürdürülebilir bir denge kurmanın yollarını arayan bir lider. Ancak ona göre, artık düşünme devri sona erdi. “Artık elimizde yeterince bilgi, analiz ve rapor var. Asıl soru şu: Bu verileri nasıl somut ve ölçeklenebilir adımlara dönüştüreceğiz?”
Bakker’in başkanlığını yaptığı WBCSD, dünya genelinde 250 dev şirketi bir araya getiren bir işbirliği ağı. Bu şirketler, küresel karbon emisyonlarının yaklaşık %20’sinden sorumlu. Amazon, Google, Unilever, DSM-Firmenich gibi teknoloji ve tüketim devlerinin yanı sıra Shell ve BP gibi enerji devleri de bu ağa dahil. Bazıları için bu isimler krizin sorumluları olabilir; fakat Bakker, onları çözümün ana aktörleri olarak görüyor: “Çünkü yalnızca büyük şirketler hem finansal kaynaklara hem inovatif kapasiteye hem de operasyonel çevikliğe sahip. Bu da onları küresel dönüşüm için eşsiz bir kaldıraç haline getiriyor.”
Bakker, otomotiv sektöründeki dönüşümü örnek veriyor. Birkaç yıl öncesine kadar içten yanmalı motorlara odaklı binlerce mühendisiyle klasik üretim yapan BMW ve Mercedes gibi markalar, bugün elektrikli araçlara geçişte ön saflarda. “Beş yıl içinde bu firmaların sattığı araçların yarısından fazlası elektrikli olacak. Bu, sistemsel dönüşümün hızla mümkün olduğunu gösteriyor.”
Liderlik Çağı Geride Mi Kaldı?
Peter Bakker’e göre iklim kriziyle mücadelede bir dönemin sonuna gelindi. “Paul Polman dönemi bitiyor,” diyor. Unilever’in efsanevi CEO’su Polman, bir dönemin sürdürülebilirlik ikonuydu. Ancak Bakker’a göre artık bireysel karizma değil, sistemik entegrasyon zamanı. “Artık 2050’ye dair vizyoner konuşmalar değil, bugüne dair radikal uygulamalar gerekiyor. Sürdürülebilirlik, şirketlerin temel iş modeline entegre edilmek zorunda.”
Ancak küresel ekonomik sistem tam tersine ilerliyor gibi görünüyor. Kısa süre önce Unilever’de CEO değişimi yaşandı. Sürdürülebilirlik odaklı stratejiyle anılan Hein Schumacher, yatırımcıların kısa vadeli kâr baskısı nedeniyle görevden alındı ve yerine finans kökenli Fernando Fernandez getirildi. Bu, Bakker’a göre münferit bir olay değil; son yıllarda Friedman’ın meşhur ilkesi – “şirketlerin tek sorumluluğu kâr üretmektir” – yeniden egemen görüş haline geldi.
BP’nin yenilenebilir enerji yatırımlarını geri çekip fosil yakıtlara yeniden yönelmesi, bu eğilimin en çarpıcı örneklerinden biri. Yeni CEO Murray Auchincloss bu kararı, “uzun vadeli hissedar değerine odaklanmak” olarak gerekçelendiriyor.
Gezegenin Ekonomik Cevabı
Ancak Bakker’a göre gezegen bu stratejilere yanıt vermeye başladı. İklim değişikliği artık yalnızca bir çevresel tehdit değil; doğrudan ekonomik risk. “Kahve üreticileri geçen yıl iklim krizi nedeniyle büyük rekolte kayıpları yaşadı. Fiyatlar %80 arttı. Bu tarz etkiler şirket bilançolarını vurdukça, yöneticiler sürdürülebilirliğe mecbur kalacak.”
Bakker, bu noktada ahlaki söylemleri değil, ekonomi dilini öne çıkarmayı savunuyor: “Yatırımcıyı ikna etmenin yolu, riskleri ve fırsatları parasal terimlerle açıklamaktan geçiyor. Şirketler, örneğin artan sel veya orman yangını riski taşıyan bölgelerdeki varlıklarının gelecekteki değer kaybını hesaplamaya başladıklarında, sürdürülebilirliği iş kararlarına dahil etmek zorunda kalacaklar.”
Üçlü Denklem: People, Planet, Profit – Hâlâ Geçerli mi?
1990’ların başında John Elkington tarafından ortaya atılan “Üçlü Kar-Zarar Dengesi” (Triple Bottom Line) – insan, gezegen ve kâr arasında denge kurma fikri – uzun süre sürdürülebilirliğin temel felsefesi oldu. Ancak Bakker bu modelin güncelliğini yitirdiğini düşünüyor: “O üç P arasında bir denge olduğunu varsaymak bir yanılgı. Kâr (profit), her zaman gezegenin (planet) ve insanın (people) önünde gelir. Bu nedenle, model yapısal olarak çökmüştür.”
Bakker bunun yerine “entegratif kapitalizm”i savunuyor. Yani çevresel etkilerin doğrudan kâr-zarar tablolarına entegre edildiği bir sistem. Spor giyim devi Puma’nın 2011’de başlattığı “Çevresel Kar-Zarar Hesaplaması” (EP&L) bunun öncüsü sayılıyor. Puma, ürünlerinin doğaya verdiği zararın ekonomik karşılığını ölçtüğünde doğaya 145 milyon euro borçlu olduğunu fark etmişti. Bakker’a göre, bu tür uygulamalar yaygınlaşmadıkça şirketlerin gerçekten dönüşmesi mümkün değil.
Piyasa İçin Sinyal: CO₂ Vergisi
Bakker, özel sektörün kendi başına dönüşüm gerçekleştirmesinin zor olduğunu kabul ediyor. Bu nedenle karbon vergisinin kaçınılmaz olduğunu savunuyor: “Bugün ürünlerin gerçek maliyetini ödemiyoruz. Bu da kapitalizmin en temel kusurlarından biri. Evet, şirketler bazı şeyleri kendi kendine düzenleyebilir ama fiyat sinyallerini devletin koyması gerekir.”
Avrupa Birliği’nin son dönemde şirketler üzerindeki sürdürülebilirlik yükünü azaltmaya yönelik adımları ise bu perspektifle çelişiyor. Bazı CEO’lar, Brüksel’in politikalarını “gerçeklikten kopuk” buluyor. Ancak Bakker, karbon vergisine direnç göstermeyen şirketlerin sayısının da azımsanmayacak ölçüde olduğunu savunuyor: “Bu tür vergiler küresel düzeyde uygulansa kimse şikayet etmez. Çünkü bu vergi, inovasyonu teşvik eder. Daha düşük emisyonlu ürün sunan şirket rekabet avantajı elde eder.”
Gerçekçi Dönüşüm: İdeallerden Pragmatisme
WBCSD şu anda, şirketlerin engellenmiş emisyonlarını (avoided emissions) ödüllendirecek küresel bir ölçüm sistemi üzerinde çalışıyor. Bu sistem, karbon ayak izi düşük ürünlerin daha ucuz olmasını sağlayabilir. Ayrıca Bakker, emek üzerindeki vergilerin azaltılıp hammadde tüketimi üzerindeki vergilerin artırılmasını öneriyor: “Bu sayede hem çevre korunur, hem de vergi gelirleri aynı kalır.”
Bu tür yapısal reformlar, şirketlerin sürdürülebilirliği maliyet değil fırsat olarak görmesini sağlayabilir. “Bugün nereye gitsem aynı şeyi duyuyorum,” diyor Bakker. “‘Ürünümüzü sürdürülebilir hale getirirsek pahalı olacak ve tüketici bunu ödemez.’ İşte bu zihniyeti aşmanın yolu sistemsel teşviklerdir.”
On yıl önce Unilever’in “dünyanın en büyük STK’sı” olduğunu söylemekten çekinmeyen Polman’ın idealist yaklaşımına kıyasla, bugünün iş dünyası daha pragmatik bir hatta ilerliyor. Peter Bakker’ın da dediği gibi: “Güzel vaatlerin devri bitti.”
Sessiz Dönüşüm: Şirketler Neden Sürdürülebilirliği Artık Daha Az Konuşuyor?
İklim krizinin politik kutuplaşmanın merkezine oturması, Peter Bakker’a göre büyük bir trajedi. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde çevre politikalarının “woke” etiketiyle yaftalanması, sürdürülebilirlik çabalarının önünde ciddi bir psikolojik ve ideolojik bariyer oluşturuyor. “İklim değişikliği politik bir mesele değil,” diyor Bakker net bir şekilde. “Bu, bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçeklik ve biz bu gerçeğe karşı hazırlık yapmalıyız. Ancak ABD’de yükselen anti-ESG (çevresel, sosyal, yönetişim) söylemi, dikkati esas sorunlardan uzaklaştırıyor.”
Bu atmosferin Bakker üzerindeki etkisi somut: “Amerika’ya gittiğimde, bazen hâlâ WBCSD’de çalışıyor olmamı açıklamak zorunda kalıyorum. Sanki bu bir suçmuş gibi.” Bu nedenle bazı şirketlerin sürdürülebilirlik stratejilerini artık daha sessizce, kamuoyuna duyurmadan uygulamaya koyacaklarını öngörüyor. “Ama şunu söyleyebilirim ki, bizimle çalışan şirketler bu yoldan dönmeye niyetli değil. Onlar kararlılıkla ilerlemeye devam ediyor.”
Bu sessiz kararlılığın örneklerinden biri de Unilever. Şirket, sürdürülebilirlik hedeflerine dair geçtiğimiz yıl kamuoyuna duyurduğu yeni yol haritası nedeniyle ağır eleştirilere maruz kaldı. Yeni CEO Hein Schumacher’in yönetiminde, bazı hedeflerin ertelendiği görüldü: Örneğin, 2025’e kadar yeni plastik kullanımını yarı yarıya azaltma hedefi, 2026’da %30 indirime çevrildi. Tüm ambalajların geri dönüştürülebilir, yeniden kullanılabilir veya doğada çözünebilir hale getirilmesi hedefi de zamana yayıldı.
Pek çok medya kuruluşu bunu “geri adım” olarak nitelendirdi. Ancak Bakker bu eleştirileri yüzeysel buluyor: “Unilever medya tarafından adeta infaz edildi.
Oysa ben tam tersini gördüm: Bu kez gerçekten ciddi olduklarını. Sadece iddialı vaatlerde bulunmuyorlar, aynı zamanda bu vaatleri nasıl gerçekleştireceklerini de adım adım anlatıyorlar.”
Bu tutum, Bakker’ın savunduğu sürdürülebilirlik anlayışıyla birebir örtüşüyor: Sessiz ama kararlı bir dönüşüm. Çünkü sürdürülebilirlik artık bir imaj değil, stratejik bir zorunluluk!
Not: Bu röportaj ilk olarak Hollanda merkezli iş ve girişimcilik platformu MT/Sprout’ta yayımlandı. MT/Sprout, Avrupa iş dünyasına yönelik liderlik, sürdürülebilirlik, inovasyon ve yönetim stratejileri gibi alanlarda derinlemesine analizler sunan saygın bir medya kuruluşudur.