14.5 C
İstanbul
19 Nisan 2025, Cumartesi
Ana SayfaKüresel IsınmaDünya Neden Kırılma Noktasına Geldi?

Dünya Neden Kırılma Noktasına Geldi?

Tarih:

Önerilen Yazılar

Yapay Zekâ Devrimi: Eşitsizlikle Kodlanan Bir Gelecek

Yapay Zekâ ve İnsan İşbirliği “Bazen bir devrim, sadece makineleri...

Pestisitler Ekosistemi Öldürüyor mu?

Kimyasalların Sessiz Yolu BY Mehmet Cömert / BRÜKSEL Tarımda verimliliği artırma...

ABD İran’ı Vuracak mı?

Diego Garcia’dan Yükselen Sessiz Tehdit ve Nükleer Diplomasi Üzerine...

Alevlere Karşı Yapay Zekâ İşe Yarar mı?

Türkiye'de çıkan orman yangınları BY Mehmet Cömert / BRÜKSEL FireSat projesi,...

Avrupa NATO’dan Bağımsız Olabilir mi?

BY Mehmet Cömert / BRÜKSEL Avrupa, uzun yıllardır sadece ekonomik...

UNU-EHS’nin 2025 raporu, felaketleri değil, onları doğuran sistemleri ve değerleri sorguluyor.

“Gezegen artık sadece ısınıyor değil—sabır eşiğini zorluyor. UNU-EHS’nin 2025 raporu, doğayı değil, onu tüketen zihniyeti hedef alıyor. Bu yazı, sadece bilgi sunmaz; insanlığın değer sistemlerine ayna tutar. Ve bu aynaya bakmak, belki de en radikal eylemdir.”

By Mehmet Cömert / Brüksel

Giriş

2025 yılında yayımlanan Interconnected Disaster Risks Report, “Birleşmiş Milletler Üniversitesi Çevre ve İnsan Güvenliği Enstitüsü” (United Nations University – Institute for Environment and Human Security, kısaca UNU-EHS) tarafından hazırlanmıştır. Bu kapsamlı çalışma, doğal felaketlerin ardındaki sistemik nedenleri sorgulayan bir bakış açısı sunmakta ve insanlığın değer sistemleriyle yüzleşmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Rapor, krizlerin yalnızca çevresel felaketler değil; kültürel, ekonomik ve ahlaki kırılmalar olduğunu savunur. Modern çözümlerin çoğunun neden işe yaramadığını anlamak için, yalnızca davranışlara değil, onları yönlendiren inançlara ve normlara bakmak gerektiği vurgulanır.

“Uçurumu görüyoruz ama yine de ona doğru güvenle yürümeye devam ediyoruz.”(Prof. Shen Xiaomeng)

Bu çarpıcı cümle, raporun özünü yansıtır: Felaketleri önlemek için önce onları üreten sistemleri dönüştürmek gerekir. Peki bu dönüşüm nerede başlar?

Görünmeyen Kökler: Derin Değişim Teorisi

Krizlerin ardındaki görünmeyen mekanizmaları açığa çıkarmayı amaçlayan Derin Değişim Teorisi, raporun merkezinde yer alır.

Bu teoriye göre, çevresel bozulmalar, toplumsal eşitsizlikler ve iklim krizleri aslında aynı ağın parçalarıdır. Ve bu ağ, modern dünyanın değer yapılarıyla örülüdür.

“Çürük kökler, çürük meyveler üretir.”

Bu metafor yalnızca çevre için değil, toplumlar için de geçerlidir. Eğer temel inançlarımız, doğayı sömürülecek bir kaynak; refahı ise sadece ekonomik büyüme olarak tanımlıyorsa, o zaman ürettiğimiz her şey – politika, şehir, gıda, plastik – kaçınılmaz olarak krizi yeniden üretir.

Derin değişim, politikadan önce düşüncede başlar. Bu yüzden rapor, insanlığın kurtuluşunun, teknoloji ya da sermayede değil; değerlerde ve hayal gücünde yattığını ileri sürer.

2. Doğayla Yeniden Uyumlanmak

Modern insan, doğayı fethedilecek bir nesne, dönüştürülecek bir kaynak ve yönetilecek bir sistem olarak görmeye alıştı. Bu zihniyet, yalnızca çevreye değil, insanın kendisine de yabancılaşmasının temel nedenlerinden biridir. Raporda yer alan analizlere göre, insan-doğa ilişkisi tarih boyunca hiçbir zaman bu kadar kopuk, bu kadar tek taraflı olmamıştı.

Ormansızlaşma, türlerin yok oluşu, su kaynaklarının kuruması, denizlerin plastikle boğulması… Bunlar yalnızca fiziksel felaketler değil, aynı zamanda ahlaki bir çöküştür. Çünkü bu yok oluşun temelinde, doğayı yalnızca fayda üzerinden tanımlayan bir anlayış vardır. Ne kadar çok üretirsek, ne kadar çok çıkar elde edersek o kadar ilerlediğimize inandık. Oysa gerçekte ilerlemek, yıkımı sürdürecek kadar akıllı olmak değildir.

“Yalnızca doğayı koruyarak değil, doğayla ilişki kurarak hayatta kalabiliriz.”

Rapor, doğayla yeniden bir bağ kurmanın yalnızca çevresel bir gereklilik değil, aynı zamanda psikolojik, kültürel ve etik bir sorumluluk olduğunu vurgular. Bu bağ koparsa, insan da varoluşsal anlamda yersizleşir. Çünkü insan doğanın parçası olmaktan çıkarak, onun dışında ve karşısında bir konuma geçer.

Bu noktada, doğa ile uyumlanmak yalnızca bir çevre politikası değil, bir medeniyet tasarımıdır. Yeni bir kalkınma anlayışı, yeni bir yaşam biçimi ve yeni bir insan-doğa ilişkisi kurmak zorundayız. Doğa bizi affetmek zorunda değil, ama biz kendimizi affedebilmek için doğayla barışmak zorundayız.

3. Sorumluluğu Yeniden Tanımlamak

İklim krizinin sonuçları tüm dünyayı etkiliyor olabilir, ancak etkilenme biçimi ve yoğunluğu her yerde aynı değil. Raporda özellikle altı çizilen konulardan biri de bu: sorumluluğun adil dağılmadığı bir dünyada, sonuçların adaletli olması beklenemez.

En zengin ülkeler, tarihsel olarak sera gazı emisyonlarının büyük kısmından sorumlu. Ancak en yoksul ülkeler, bu krizlerin sonuçlarıyla çok daha yıkıcı biçimde karşı karşıya kalıyor. Seller, kuraklıklar, gıda kıtlığı, sağlık krizleri — bunların en ağır bedelini çoğu zaman katkısı en az olan toplumlar ödüyor.

“Gerçek sorumluluk, yalnızca eylemle değil, adaletle ölçülür.”

Karbon dengeleme (carbon offsetting) gibi uygulamalar, çoğu zaman bu eşitsizliğin üzerini örten vitrin çözümlerine dönüşüyor. Zengin ülkeler, kendi karbon salımlarını azaltmak yerine, başka bir ülkede ağaç dikerek veya arazi satın alarak kendi bilançosunu temiz göstermeye çalışıyor. Oysa bu, emisyonu başka bir yere ihraç etmekten başka bir şey değil.

UNU-EHS raporu bu tür stratejilerin, iklim sorumluluğunun bireysel niyetlerle değil, sistemik dönüşüm ve etik eşitlik ilkeleriyle ele alınması gerektiğini vurguluyor.

Yani yalnızca “kim ne kadar saldı?” sorusunu değil, “kim ne kadar dayanabiliyor?” sorusunu da sormak gerekiyor.

İklim adaleti, teknik bir mesele değil; ahlaki bir pusuladır. Bu pusula kayarsa, çözümün kendisi bile yeni bir eşitsizlik aracına dönüşebilir.

4. Uzun Vadeli Düşünmek

İklim Krizine Karşı Yeni Bir Yol: Beş Temel Dönüşüm

Günümüz dünyasında karar verme süreçleri neredeyse tamamen kısa vadeli sonuçlara odaklanmış durumda. Siyaset seçim döngüleriyle, ekonomi çeyrek dönem bilançolarıyla, bireyler ise anlık kazançla yönlendiriliyor.

Bu yapılar, bizi yalnızca bugünün sorunlarını çözmeye değil, aynı zamanda geleceği ipotek altına almaya yöneltiyor.

UNU-EHS raporu, gelecek kuşakların sesi olmayı hedefleyen çok güçlü bir uyarı içeriyor: Bugün aldığımız her karar, henüz doğmamış milyarlarca insanın yaşamını etkiliyor. Ancak bu gerçek, karar verici sistemlerin içinde çok nadiren hesaba katılıyor.

“Sadece kendimiz için değil, henüz doğmamış olanlar için de karar veriyoruz.”

İklim krizine dair alınan çoğu önlem, ya erteleme üzerine kurulu ya da kısa vadeli siyasi kazançlara göre biçimleniyor. Oysa 2050, 2100 gibi tarihler, yalnızca uzak geleceğe dair soyut rakamlar değil; doğacak olan çocuklarımızın ve onların çocuklarının doğrudan yaşam çevresidir.

Raporda önerilen çözüm, yalnızca daha planlı hareket etmek değil; aynı zamanda karar alma süreçlerine uzun vadeli etik ilkeler ve vizyoner düşünce biçimlerini yerleştirmektir. Bazı ülkelerde oluşturulan “Gelecek Nesiller Ofisleri” ya da “Sürdürülebilirlik Denetim Kurulları” gibi girişimler, bu yaklaşımın ilk adımları olarak değerlendirilebilir.

Zamanı bir kaynak olarak değil, bir sorumluluk alanı olarak görmediğimiz sürece, krizin gerçek sahibi biz değiliz. Çünkü gerçek sahiplik, yalnızca bugünü değil, geleceği de koruma cesaretidir.

5. Değeri Yeniden Tanımlamak

İçinde yaşadığımız sistem, değeri büyük ölçüde ekonomik ölçütlerle tanımlar: bir orman, kesilip satıldığında daha ‘değerli’ görülür; bir nehir, üzerine baraj inşa edildiğinde ‘kalkınma’ sayılır. Oysa bu değer anlayışı, yalnızca doğaya değil, insan yaşamına da derin zararlar veriyor.

UNU-EHS raporu, ekonomik büyüme ile gerçek refah arasındaki uçuruma dikkat çekiyor. Bugün dünya daha önce hiç olmadığı kadar zengin, ancak aynı zamanda daha önce hiç olmadığı kadar eşitsiz, kırılgan ve kirli. Bu da gösteriyor ki ekonomik değer, hayatın bütünlüğünü temsil etmiyor; yalnızca bir yüzünü yansıtıyor.

“Doğa ancak yok edildiğinde daha değerli hâle geliyorsa, sistem çürümüştür.”

Değeri yeniden tanımlamak, yalnızca para üzerinden değil; sağlık, dayanışma, ekolojik denge, adalet ve onur gibi kavramlar üzerinden de düşünmeyi gerektiriyor. Bir ağacın değeri sadece gölgesi ya da kerestesiyle değil, atmosferde tuttuğu karbon, bir kuşun yuvası, toprağın nem dengesi ve insanın ruhuyla kurduğu ilişki üzerinden de hesaplanmalıdır.

Bu yüzden yeni bir ekonomik model, yalnızca kârı değil, aynı zamanda sürdürülebilirliği ve insanlık onurunu da gözetmelidir. Büyümenin niteliği, artık büyümenin niceliğinden daha önemlidir.

UNU-EHS raporu, değeri yeniden tanımlamayı yalnızca bir öneri olarak değil, bir zorunluluk olarak sunuyor. Aksi hâlde, sürdürülebilirlik yalnızca raporların konusu olmaya devam ederken, gerçek yaşam hızla geri dönülemez sınırlara sürüklenir.

Unutulanı Hatırlamak

UNU-EHS’nin 2025 tarihli bu raporu, bir uyarı metni olduğu kadar, aynı zamanda bir aynadır. İnsanlık bu aynaya bakmak zorundadır. Çünkü yıkımın nereden geldiği, artık saklanamaz durumdadır: Doğayı yok eden, onu fethedilecek bir meta gibi gören, değeri yalnızca kârla ölçen ve sorumluluğu sürekli başka bir coğrafyaya devreden bir sistemdir.

Ancak rapor yalnızca sorunu tespit etmiyor; çözümün anahtarı olacak yeni bir bilinç biçimini de işaret ediyor. Derin Değişim Teorisi, sorunun yüzeyde değil, kökte olduğunu gösteriyor. Bu yüzden yapılması gereken sadece farklı politikalar üretmek değil, farklı değerler inşa etmektir.

Bu yazı boyunca gördüğümüz beş temel dönüşüm—atıktaki anlam, doğayla ilişki, adaletli sorumluluk, uzun vadeli vizyon ve yeniden tanımlanmış değer—sadece sürdürülebilirlik için değil, insanlığın kendini yeniden inşa edebilmesi için gereklidir.

“Bu rapor yalnızca felaketleri engellemekle değil, geleceği onurlandırmakla ilgilidir.”

Bugünü kurtarmak artık yetmiyor. Geleceği hak etmek için, bugünü cesaretle, etikle ve ortak akılla dönüştürmeliyiz.

📚 Kaynakça

– Birleşmiş Milletler Üniversitesi – Çevre ve İnsan Güvenliği Enstitüsü (UNU-EHS)Interconnected Disaster Risks Report 2025 – Turning Over a New Leafhttps://interconnectedrisks.org

– Prof. Shen Xiaomeng, UNU-EHS Direktörü(Rapor önsözü ve tanıtım sunumu)

– Dr. Zita Sebesvari, Başyazar(Deep Change Theory, beş dönüşüm alanı ve kapanış vurgusu)

– Caitlyn Eberle, Başaraştırmacı(Sistemsel analizler ve çözüm eleştirileri)

Abonelik

- Özel röportajlar

- Sıcak gelişmeler

- Akademik çalışmalar

Yeni Yazılar

YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz