
Donald Trump’ın 2024 yılında Glendale, Arizona’daki seçim kampanyası. (Gage Skidmore)
BY Ronald Frisart
20 Ocak 2025’te, siyasi popülizmin dikkat çekici temsilcilerinden Donald Trump, Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı koltuğuna bir kez daha oturacak. Yeni döneminde neler yapacağı şimdilik güncel bir tartışma konusu olsa da geçmişe dönüp popülist liderlerin ekonomi üzerindeki etkilerini incelemek aydınlatıcı olabilir. Bilimsel araştırmalar, 1900 yılından bu yana popülist liderlerin çoğunlukla ülkelerine ekonomik zarar verdiğini ortaya koyuyor.
Popülist yönetimlerin kısa vadeli vaatleri, genellikle uzun vadede olumsuz sonuçlara yol açıyor.

Brexit referandumunda, sarı renk AB’de kalmayı, mavi renk ise AB’den ayrılmayı tercih eden çoğunluğu temsil ediyor.
2021 yılının Mart ayında dört ekonomist, Donald Trump’ın ilk başkanlık dönemi (2017–2021) boyunca Amerikan ekonomisi üzerindeki etkisini değerlendirmek üzere bir çalışma gerçekleştirdi. Covid-19 pandemisinin 2020 baharında etkisini göstermesine kadar Amerikan ekonomisi olumlu bir performans sergilemişti. Benjamin Born (Frankfurt School of Finance & Management), Gernot Müller (Tübingen Üniversitesi), Moritz Schularick (Bonn Üniversitesi ve Sciences Po, Paris) ve Petr Sedláček (Oxford Üniversitesi) bu dönemdeki ekonomik başarının Trump’ın politikalarına atfedilip atfedilemeyeceğini araştırdı.
Araştırmacılar, Donald Trump yönetimindeki Amerikan ekonomisinin performansını değerlendirmek için, karşılaştırma yapmak amacıyla bir “ikiz model” oluşturdu. Bu model, 16 farklı ulusal ekonominin belirli ağırlıklarla bir araya getirilmesiyle tasarlandı. İngiltere ekonomisi modele yüzde 27 oranında, Hollanda ekonomisi ise yüzde 1’den az bir ağırlıkla dahil edildi.
İngiltere ekonomisinin modele yüksek bir ağırlıkla dahil edilmesi, Brexit’in etkisi nedeniyle bir risk taşıyordu. İngiltere, Avrupa Birliği’nden resmi olarak 2020 sonunda ayrılmış olsa da, 2016’da yapılan referandumun ardından Brexit belirsizliği İngiltere ekonomisini ciddi şekilde olumsuz etkilemişti. Bu durum, Trump yönetimindeki Amerikan ekonomisinin, ikiz modele kıyasla olduğundan daha iyi bir performans sergiliyormuş gibi görünmesine yol açabilirdi.
Araştırmacılar, Trump yönetimindeki Amerikan ekonomisinin performansını, Trump’ın politikalarının etkisi olmadan tasarlanan ikiz modelle karşılaştırdı. Analiz dört temel gösterge üzerinden yapıldı: gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH), istihdam oranı, iş gücüne katılım oranı (çalışan ya da çalışmak isteyen bireylerin toplamı) ve işsizlik oranı.
Elde edilen sonuçlar, Trump döneminin ilk üç yılında Amerikan ekonomisi ile ikiz modelin ekonomisinin benzer bir performans sergilediğini ortaya koydu. Brexit’in ikiz model üzerindeki olumsuz etkisine rağmen, Trump yönetimindeki Amerikan ekonomisinin performansında dikkat çekici bir fark gözlemlenmedi.

Elektron mikroskobu altında Covid-19 virüsü görüntüsü. (CC BY 2.0 – NIAID-RML – wiki)
Covid-19 pandemisi, Trump’ın ilk başkanlık döneminin son yılında hem Amerikan ekonomisi hem de ikiz model ekonomisi üzerinde ciddi etkiler yarattı. Amerikan GSYİH’si, ikiz modelle karşılaştırıldığında bir miktar daha iyi performans sergilerken, iş gücü piyasası göstergelerinde (istihdam, iş gücüne katılım ve işsizlik oranı) daha zayıf sonuçlar gözlemlendi. Araştırmacılar, bu bulgular doğrultusunda pandemi sırasında Trump yönetimine atfedilebilecek belirgin bir ekonomik etki olmadığını tespit etti.
Aynı durum Trump’ın ilk başkanlık dönemi genelinde de geçerliydi. Araştırmacılar, Trump’ın “Ekonomik başarı benim politikalarım sayesinde gerçekleşti” iddiasını destekleyen bir kanıt bulunmadığını, ancak Trump yönetiminin Amerikan ekonomisine zarar verdiğine dair herhangi bir veri de tespit edilmediğini rapor etti.
Tarihsel veriler, Viktor Orbán gibi popülist liderlerin ekonomik etkilerini değerlendirmek için önemli bir temel sunmaktadır. 2024 yılında Avrupa Birliği üyesi bir ülkenin lideri olarak Orbán’ın durumu özellikle dikkat çekicidir. Zira araştırmalar, popülist liderlerin genellikle ülkelerinin ekonomisi üzerinde olumsuz etkiler bıraktığını göstermektedir. Bu sonuç, Manuel Funke, Christoph Trebesch (Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü) ve Moritz Schularick tarafından yürütülen kapsamlı bir çalışmayla desteklenmektedir.
Araştırmacılar, popülist politikaların ekonomik etkilerini analiz etmek amacıyla 1900-2020 yıllarını kapsayan geniş bir veri tabanı oluşturmuştur. Bu veri tabanı, dünya ekonomisinin %95’ini temsil eden 60 ülke ile bu ülkelerde görev yapmış 1.482 liderin 1.853 dönemini kapsamaktadır. İncelenen liderler arasında yalnızca 51’i (%3,4) araştırmacıların popülist lider tanımına uygun bulunmuştur. Oran düşük görünmekle birlikte, popülist liderlerin sayısı 2018 yılında zirveye ulaşmıştır. Bu dönemde, incelenen 60 ülkenin 16’sında (yaklaşık %27’sinde) popülist liderler iktidardaydı.
Bu liderlerden biri olan Viktor Orbán, 2010 yılından bu yana Macaristan Başbakanı olarak görev yapmakta ve 1998-2002 yılları arasında da aynı görevi üstlenmiştir. Orbán, popülist politikaların ekonomik etkilerinin incelendiği çalışmalarda öne çıkan bir figür olmayı sürdürmektedir.

Viktor Orbán in 2024 (Foto: Avrupa Birliği)
Popülist Lider Tanımı
Araştırmacılar, popülist liderleri tanımlarken güncel siyaset bilimi literatüründe kabul gören bir yaklaşımı benimsemiştir. Bu tanıma göre:
“Bir lider, toplumu iki yapay gruba – ‘halk’ ve ‘elitler’ – ayırıyor ve kendisini bu ‘gerçek halk’ın tek temsilcisi olarak sunuyorsa, popülist olarak tanımlanır.”
Araştırmacılar ayrıca, popülist liderlerin “halkı”, acı çeken, doğal olarak iyi, erdemli, otantik, sıradan ve normal bir çoğunluk olarak tasvir ettiğini belirtmektedir. Buna karşılık “elitler”, yozlaşmış, kendi çıkarlarını gözeten ve güç odaklı bir azınlık olarak resmedilmektedir.
Sınır Vakalar
Bir liderin bu tanıma uyup uymadığını belirlemek her zaman net değildir. Tartışmalardan kaçınmak için bu araştırmada değerlendirme kriterleri yüksek tutulmuştur. Araştırmacılar, karizmatik liderler olarak bilinen Margaret Thatcher, Vladimir Putin, Ronald Reagan ve Nicolas Sarkozy gibi isimlerin zaman zaman çatışmacı bir dil kullandığını ve olayları basitleştirdiğini kabul etmektedir. Ancak bu liderler, belirlenen popülist tanımına kesin olarak uymamaktadır. Benzer şekilde, Lenin (Rusya) ve Mao Zedong (Çin) gibi komünist liderler de “sınırda vakalar” (borderline) olarak değerlendirilmiş ve araştırmanın kapsamına dahil edilmemiştir.
Hollanda ve Belçika
Hollanda ve Belçika, araştırmanın veri tabanında yer almakla birlikte, bu ülkelerde popülist bir başkan ya da başbakan bulunmamaktadır. Bu durum, 2024 yılı dikkate alınsa bile değişmeyecekti. Araştırmacılara göre Geert Wilders (PVV) popülist olarak tanımlanabilir. Ancak, araştırmada kullanılan ikinci kriter olan “başkan veya başbakan olma” şartını karşılamadığı için dahil edilmemiştir.

1995 yılında Margaret Thatcher.
Sol ve Sağ Popülistler ve GSYİH Gelişimi
Araştırmacıların 1900 yılından bu yana belirlediği 51 popülist lider, iki gruba ayrılmaktadır: sol popülistler ve sağ popülistler. Sol popülistler, araştırmacılara göre, ekonomik temelli bir söylem benimseyerek finansal ve kapitalist elitlerin halkın zararına ülkeyi sömürdüğünü savunur. Sağ popülistlerin söylemi ise kültürel bir zemine dayanır. Bu liderler, “halk” ve “elitler” dışında üçüncü bir grup olarak, yabancılar ile etnik ve dini azınlıkları hedef alır. Sağ popülistler, bu grupların ulusal kimliği ve kültürü tehdit ettiğini, ancak siyasi elitler tarafından halkın iradesine karşı korunduğunu öne sürer.

Sol popülist Juan Perón, Arjantin’de iki dönem başkanlık yapmıştır: ilk olarak 1946-1955 yılları arasında, ardından 1973-1974 yılları arasında.
Olumsuz Etkiler
Yapılan tüm hesaplamalar göstermektedir ki, popülist liderlerin yönetiminde bulunan ekonomilerde gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) yıllık büyüme oranı, popülist olmayan liderlerin yönetimindeki ekonomilere kıyasla ortalama olarak 0,8 ila 1,0 puan daha düşük gerçekleşmiştir. Bir popülist liderin göreve gelmesinden on beş yıl sonra, ekonominin büyüklüğünde yaklaşık %10 oranında bir gerileme yaşandığı tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra, popülist liderlerin ekonomiye olan olumsuz etkilerinin, görevden ayrıldıktan sonra da bir süre devam ettiği ortaya konulmuştur. Sağ veya sol popülistler arasında bu etkinin büyüklüğü açısından belirgin bir fark olmamakla birlikte, sağ popülistlerin ekonomiye etkisinin sol popülistlere göre nispeten daha az olumsuz olduğu gözlemlenmiştir.
Araştırmanın bir diğer önemli bulgusu, popülist yönetimlerin ilk üç yılında ekonomilerin, popülist olmayan yönetimlerle benzer bir performans sergilediğini, ancak bu dönemin ardından ekonomik durgunluğun belirgin bir şekilde başladığını göstermektedir. Bu durum, Amerikan ekonomisinin Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Covid-19 salgınına kadar olan üç yıllık süreçte gösterdiği performansı anımsatmaktadır.
Ayrıca, popülist liderler tarafından yönetilen ekonomiler üzerinde yapılan araştırmalar, Trump’ın ilk başkanlık dönemi hakkında herhangi bir değerlendirme sunmamaktadır. Bununla birlikte, araştırmacılar, popülist bir lider ile sürdürülebilir ekonomik büyüme arasında yalnızca iki durumda bir bağlantı tespit ettiklerini belirtmiştir: Brezilya’da Getúlio Vargas’ın ikinci başkanlık dönemi (1950-1954) ve Bolivya’da Evo Morales’in 2006-2019 yılları arasındaki başkanlık dönemi.

Evo Morales, Aralık 2009’da çekilen bir fotoğrafta. (Simon Wedege)
Eşitsizlik, Serbest Ticaret ve Demokratik Kurumlar
Bu çalışma, gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) gelişimini temel alarak analiz etmekle birlikte, Dünya Eşitsizlik Veritabanı, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi kaynaklardan elde edilen verilerle bazı ek göstergeleri de incelemiştir.
Finansal Eşitsizlik
Araştırmaya göre, popülist liderler genellikle “halk” için “sosyal adalet” vaat etmektedir. Ancak, popülist yönetimlerin ilk on yılında, emek gelirlerinin ulusal gelirdeki payında (çalışma gelirleri oranında) herhangi bir değişiklik gözlenmemiştir. Bu, halkın ekonomik kazançlarının sabit kaldığını ve mevcut eşitsizliğin devam ettiğini ortaya koymaktadır.
Serbest Ticaret ve Finansal Akış
Popülist liderler, sıklıkla halkı yabancı şirketler, yatırımcılar, uluslararası kuruluşlar ve göçmenler gibi dış tehditlere karşı koruma iddiasında bulunur. Bu bağlamda, ithalat tarifelerini artırmak gibi önlemler yaygın olarak kullanılmaktadır. Araştırmacılar, mevcut verilerden hareketle, popülist liderlerin uluslararası ekonomik entegrasyona zarar verdiğini ve bunun ekonomik performansı olumsuz etkilediğini tespit etmiştir.
Demokratik Kurumların Gücü
Araştırma, demokratik kurumların gücüne de odaklanmıştır. Piyasa ve yatırımların hukuki güvencesinin ekonomik büyüme açısından önem taşıdığı genel kabul görmektedir. Bu bağlamda yargı bağımsızlığı, özgür ve adil seçimler ile basın özgürlüğü gibi temel unsurlar analiz edilmiştir. Araştırma, popülist liderlerin “kurumsal kaliteyi” zayıflatma eğiliminde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Genel Değerlendirme
Araştırmacılar, tüm bulguları değerlendirerek şu sonuca ulaşmıştır: “Popülist liderler ekonomi için zararlıdır.” Halklarına ekonomik iyileşme vaat eden popülist liderler, tarihsel veriler (1900’den itibaren) incelendiğinde, bu vaatlerini yerine getirmemiştir.