
Kutuplarda Buzulların Erimesi ve Kutup Ayılarının Zor Durumu
İklim, belirli bir zaman diliminde gözlemlenen hava durumu ortalamalarını ifade eder. İklim değişikliği ise insanlık tarihi boyunca doğal bir süreç olarak var olmuştur. Ancak günümüzde yaşanan değişiklikler, büyük ölçüde insan faaliyetlerinden kaynaklanan küresel ısınmanın bir sonucudur.
Bu değişim, volkanik patlamalar, güneş ışınımındaki dalgalanmalar ve El Niño gibi çeşitli doğal faktörlerin etkisiyle meydana gelir. El Niño, Pasifik Okyanusu’nun ekvatoral bölgesinde yüzey sularının alışılmışın üzerinde ısınmasıyla ortaya çıkan ve dünya çapında hava olaylarını etkileyen bir iklim olayıdır. Bu süreç, kuraklık, yoğun yağışlar ve sıcaklık dalgalanmaları gibi sonuçlar doğurarak iklim üzerinde belirgin etkiler yaratır.
Ancak son yüzyılda, iklim değişikliği üzerinde insan faaliyetlerinin rolü baskın hale gelmiştir. Karbondioksit ve metan gibi sera gazlarının atmosferdeki yoğunluğunun artması, küresel ısınmayı hızlandırmıştır.
Dünya tarihindeki sıcak dönemler ve buzul çağları doğal bir döngünün parçası olsa da, günümüzde sera gazı salınımındaki hızlı artış nedeniyle gezegenin ısınma hızı benzeri görülmemiş bir seviyeye ulaşmıştır. Bu durum, hem ekosistemlerin hem de insan yaşamının sürdürülebilirliği açısından ciddi riskler doğurmaktadır.
İnsan faaliyetlerinin iklim değişikliğine neden olduğu kesin olarak biliniyormu?

- Sanayi Devrimi
Küresel ısınmanın en baskın nedeni, sera gazlarının atmosferdeki birikiminin yarattığı etkidir. Sera gazlarının yoğunluğundaki bu artış, büyük ölçüde fosil yakıtların yakılması, sanayi faaliyetleri, ulaşım, ormansızlaşma ve tarım gibi insan faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Fiziksel prensipler, sera gazlarının dünya yüzeyinde ısınmaya yol açtığını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
19. yüzyılın ikinci yarısından bu yana gözlemlenen 1°C’lik küresel sıcaklık artışının tamamı (0,8 ila 1,2°C aralığında) insan kaynaklı faaliyetlerle açıklanabilmektedir. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), çok sayıda bilimsel çalışmaya dayanarak bu sonuca varmıştır.
Doğal faktörlerin, söz konusu dönemde küresel ısınmaya katkısı son derece sınırlı ve gözardı edilebilir düzeydedir.
Bu faktörler kısa vadeli dönemlerde etkili olsa da, uzun vadede (yaklaşık 150 yıllık süreçte) küresel ısınmanın temel belirleyicisi olmaktan uzaktır. Ayrıca, iklim biliminde uzun vadeli değişimlerin analizi genellikle 30 yıllık dönemler üzerinden yapılmaktadır. Bu yöntem, kısa vadeli dalgalanmaların etkisini en aza indirerek insan faaliyetlerinin yol açtığı küresel ısınmanın uzun vadeli eğilimlerini daha doğru bir şekilde değerlendirmeyi sağlar.
Dünya sıcaklığının 2 dereceden fazla artmaması hedefi?

2015 Paris İklim Anlaşması Zirvesi
2010 yılında Meksika’nın Cancun kentinde düzenlenen İklim Zirvesi’nde, küresel sıcaklık artışının sanayi öncesi döneme kıyasla “2 dereceyi aşmaması” gerektiği ilk kez uluslararası düzeyde kabul edilmiştir. Bu hedef, bilimsel temellere dayansa da esasen siyasi bir karar olarak şekillenmiştir. Bilim insanları, 2 derecelik bir küresel ısınmanın dahi ciddi ve tehlikeli etkiler doğurabileceğini öngörmektedir.
Ancak, hangi sıcaklık artışı seviyesinin “tehlikeli değişim” olarak değerlendirileceğini kesin bir şekilde belirlemek bilimsel olarak oldukça zordur. Bununla birlikte, her bir derecelik sıcaklık artışının iklim değişikliğiyle bağlantılı riskleri ve etkileri artırdığına dair geniş bir bilimsel uzlaşı bulunmaktadır.
2015 yılında Paris’te imzalanan İklim Anlaşması, 2 derecelik ısınma sınırını ilk kez yasal olarak bağlayıcı hale getirmiştir. Ayrıca, küresel ısınmayı mümkünse 1,5 dereceyle sınırlandırma hedefi de anlaşmada açıkça ifade edilmiştir.
Paris İklim Anlaşması kapsamında, 1,5 derecelik bir küresel ısınmanın etkileri, özellikle iklim değişikliğine karşı koyma kapasitesi düşük olan toplumlar, bölgeler ve ekosistemlerin savunmasızlıkları ile bu değişikliğin yaratabileceği olumsuz sonuçlar olarak tanımlanan riskler üzerinde daha fazla araştırma yapılması yönünde bir talep dile getirilmiştir. Bu bağlamda, deniz seviyesinin yükselmesiyle kıyı bölgelerinin tehdit altında kalması, aşırı hava olaylarının artarak tarım üretimini etkilemesi ve biyoçeşitliliğin azalması gibi sorunlar öne çıkmaktadır.
Bu talep doğrultusunda, atmosfere salınabilecek sera gazı miktarını ve bunun iklim üzerindeki etkilerini analiz eden çalışmalar yapılmış ve 2018 yılında Birleşmiş Milletler tarafından bu konuda kapsamlı bir rapor yayımlanmıştır.
Buzulların Hava Kabarcıkları: Geçmişteki Karbondioksit Seviyeleri ve Atmosfer Hakkında Ne Biliyoruz?

1,5 milyon yıllık buz tabakasına sondaj yapılması
Atmosferdeki sera gazlarının 2000 yıl önce daha düşük seviyelerde olduğunu, özellikle buzulların derin katmanlarında hapsolmuş hava kabarcıkları sayesinde biliyoruz. Bu kabarcıklar, geçmiş atmosfer koşullarına dair doğrudan fiziksel kanıtlar sunmaktadır.
Buzullar, kar tabakalarının üst üste birikmesiyle oluşur. Her yıl yağan kar, alt katmanlara sıkışarak buza dönüşürken, içindeki hava mikro kabarcıklar halinde hapsolur. Bu kabarcıklar, o dönemin atmosferik bileşimini ve sera gazlarının (karbondioksit, metan, azot oksit gibi) konsantrasyonlarını muhafaza eder.
Bilim insanları, bu buz katmanlarını özel sondaj teknikleriyle çıkararak incelemekte ve kabarcıklardaki gazları analiz etmektedir.
Bu analizler, karbondioksit ve metan gibi gazların yoğunluklarının sanayi devrimi öncesi dönemlerde, özellikle son 2000 yılda, oldukça düşük seviyelerde olduğunu göstermektedir.
Örneğin, atmosferdeki karbondioksit seviyesi, sanayi öncesi dönemde yaklaşık 280 ppm (milyonda bir birim) seviyesindeyken, günümüzde bu değer 420 ppm’in üzerine çıkmıştır.
Ayrıca, bu hava kabarcıkları, geçmişteki sıcaklıkları dolaylı yoldan anlamamıza da olanak sağlar. Bunun için, buzda bulunan oksijen izotop oranları (örneğin, oksijen-16 ve oksijen-18) analiz edilir. Bu oranlar, geçmişteki sıcaklık değişimlerini belirlemek için bir referans sağlar. Bu nedenle, buz katmanları ve içindeki hava kabarcıkları, hem atmosferik bileşim hem de iklim koşulları hakkında en güvenilir kaynaklardan biridir.
Sonuç olarak, buzulların derin katmanlarında saklı bu hava kabarcıkları, geçmiş atmosfer ve iklim koşullarını anlamamıza ışık tutmaktadır. Bu doğal arşivler, sanayi öncesi dönemde düşük olan sera gazı seviyelerinin, günümüzde insan etkisiyle arttığını net bir şekilde göstermektedir. Geçmişe dair bu veriler, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir rehberdir.