Mehmet Cömert / BRÜKSEL
Klaus Hubacek, Groningen Üniversitesi’nde Ekolojik Ekonomi Profesörü olarak görev yapmakta olup, aynı zamanda Enerji ve Sürdürülebilirlik Araştırma Enstitüsü’nde (Energy and Sustainability Research Institute Groningen) sürdürülebilir kalkınma, çevresel etki ve kaynak yönetimi konularında derinlemesine araştırmalar yürütmektedir. Hubacek’in akademik ilgileri, insan faaliyetlerinin çevre üzerindeki etkilerini ve bu etkilerin küresel sürdürülebilirlik hedefleriyle nasıl uyumlu hale getirilebileceğini araştırmaktadır. Özellikle, toplumların tüketim davranışlarının çevresel sonuçları ve gezegenin taşıma kapasitesinin sınırları üzerine yaptığı analizler, modern ekolojik ekonomi anlayışını şekillendiren temel katkılarından biridir.
Dünya’nın Taşıma Kapasitesinin Sınırları

Prof. Dr. Klaus Hubacek
Dünya nüfusunun sekiz milyarı aşması ve bu nüfusun hızla artan tüketim düzeyleri, doğal kaynakların tükenmesi ve çevresel bozulma üzerinde önemli baskılar yaratmaktadır. Hubacek’in çalışmaları, insan faaliyetlerinin çevre üzerindeki etkilerinin nasıl minimize edilebileceği, kaynak kullanımının gezegenin taşıma kapasitesine nasıl uyumlu hale getirilebileceği soruları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu bağlamda, Hubacek, çevresel sürdürülebilirliği sağlamak için bilimsel verilere dayalı politika kararlarının önemine dikkat çekmektedir (Hubacek et al., 2023).
Gezegenin taşıma kapasitesini aşmak, doğal sistemlerin dengesizleşmesine yol açmakta ve iklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı gibi global tehditlere neden olmaktadır. 1960’lardan itibaren hızla artan sera gazı emisyonları, küresel ısınmanın etkilerini artırmış ve çevresel sorunları daha belirgin hale getirmiştir (Rockström et al., 2009). Bu bağlamda, 2009 yılında yapılan bir çalışma, gezegenin ekosistem dengesini sürdürebilmesi için belirli sınırların tanımlandığı bir çerçeve geliştirmiştir (Rockström et al., 2009).

2009 yılında bilim insanları dokuz ‘gezegen sınırı’ tanımladılar. 2023 yılı itibariyle bu dokuz sınırdan altısı zaten aşılmıştı. İklim değişikliği nedeniyle daha fazla buzdağı, buzullardan koparak balıkçılar için ekonomik zararlara yol açıyor. Fotoğraf: Turpin Samuel/Climate Visuals.
Gezegen Sınırları ve Çevresel Sürdürülebilirlik
1. İklim Değişikliği: Atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun artışı, küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine yol açar. Bu sınırın aşılması, iklimin dengelenmesi ve yaşam koşullarının bozulması riski yaratır.
2. Biyolojik Çeşitliliğin Kaybı: Türlerin yok olması, ekosistemlerin dengesinin bozulmasına neden olur. Bu sınırın aşılması, ekosistemlerin işleyişini tehlikeye atar.
3. Okyanus Asidifikasyonu: Okyanusların daha asidik hale gelmesi, deniz yaşamını tehdit eder. Bu durum, okyanus ekosistemlerinin sağlığını ciddi şekilde etkiler.
4. Toprak Kullanımı: Tarım, ormancılık ve yerleşim alanlarının artması, doğal habitatların kaybına yol açar. Bu sınırın aşılması, biyolojik çeşitliliği ve ekosistem hizmetlerini olumsuz etkiler.
5. Tatlı Su Kullanımı: Tatlı su kaynaklarının aşırı kullanımı, suyun tedarikini ve ekosistemlerin işleyişini tehdit eder. Bu sınırın aşılması, su krizlerine yol açabilir.
6. Azot ve Fosfor Döngüsü: Tarımda kullanılan gübrelerin aşırı şekilde çevreye salınması, doğal azot ve fosfor döngülerinin bozulmasına neden olur. Bu durum, su kirliliği ve ekosistem dengesizliği yaratır.
7. Atmosferik Aerosoller: Atmosferdeki partikül madde ve aerosoller, hava kalitesini bozarak iklimi ve insan sağlığını olumsuz etkiler. Bu sınırın aşılması, hava kirliliği sorunlarını derinleştirir.
8. Kimyasal Kirlilik: Endüstriyel faaliyetler ve tarımda kullanılan kimyasalların çevreye salınımı, ekosistemlerin sağlığını tehdit eder. Kimyasal kirliliğin artması, biyolojik çeşitliliği ve ekosistem fonksiyonlarını olumsuz etkiler.
9. Yeni ve Değişen Doğal Prosesler: İnsan faaliyetleri, doğada daha önce var olmayan yeni çevresel süreçlere yol açmıştır. Bu süreçlerin bazıları, gezegenin biyosferini olumsuz şekilde etkileyebilir.
Bu dokuz sınır, gezegenin sürdürülebilirliğini koruyabilmesi için kritik olan alanlardır. Söz konusu sınırların aşılması, ekosistemlerin ve insanlığın geleceğini tehdit eden büyük sonuçlara yol açabilir.
Bu sınırların aşılması, ekosistemlerin ve biyosferin dengesini tehdit etmekte, geri dönülemez bozulmalara yol açmaktadır.

Tüketim davranışlarımız çevre üzerinde etki yaratmaktadır: Hindistan’daki bu bölgesel başkent her kış kalın bir sis tabakasıyla kaplanmaktadır. Fotoğraf: Raunaq Chopra / Climate Visuals Countdown.
Küresel Tüketim ve Sera Gazı Emisyonları
Hubacek’in araştırmalarında, küresel tüketim desenlerinin çevresel etkileri ve bu etkilerin gezegen sınırlarını aşabileceği vurgulanmaktadır. Özellikle, dünya üzerindeki en zengin %1’lik kesimin, küresel sera gazı emisyonlarının %50’sinden sorumlu olduğu tespit edilmiştir (Lenzen et al., 2020). Bu, zengin ve fakir ülkeler arasındaki eşitsizliği ve sürdürülebilirlik politikalarının yeniden yapılandırılması gerektiğini göstermektedir. 2024 yılında yayımlanan bir araştırma, dünya çapındaki 168 ülkedeki tüketim alışkanlıklarının çevresel etkilerini analiz ederek, sürdürülebilir bir geleceğe ulaşmak için zengin sınıfların daha büyük bir sorumluluk taşıdığını ortaya koymuştur (Pereira et al., 2024).

Dünyadaki en zengin yüzde 1, küresel sera gazı emisyonlarının, alt yüzde 50’deki dört milyar insandan 50 kat daha fazlasını üretmektedir. Görsel: Bangladeş’teki kadınlar, geri dönüşüm için plastik şişeleri ayıklıyor. Fotoğraf: Abir Abdullah / Climate Visuals Countdown.
Sürdürülebilir Tüketim Davranışları ve Bölgesel Farklılıklar
Hubacek, sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşabilmek için toplumların yaşam tarzlarını değiştirmeleri gerektiğini savunmaktadır. Özellikle bitkisel temelli bir diyete geçişin, gıda kaynaklı sera gazı emisyonlarını önemli ölçüde azaltacağı vurgulanmaktadır (Pereira et al., 2024). Bununla birlikte, bu tür değişikliklerin bölgesel bağlamda daha dikkatli ele alınması gerektiği de belirtilmektedir. Örneğin, geleneksel olarak hayvancılıkla uğraşan toplulukların bitkisel diyetlere geçişte zorluk yaşayabilecekleri ifade edilmektedir (Hubacek et al., 2023

Bitkisel temelli bir diyete geçmek, gıda kaynaklı sera gazı emisyonlarını önemli ölçüde azaltacaktır. Andhra Pradesh, Hindistan’daki küçük bir çiftlikteki domates serası. Fotoğraf: Sara Hylton / Climate Visuals Countdown.
Bitkisel Diyetler ve Çevresel Sürdürülebilirlik: Klaus Hubacek’in Görüşleri
Klaus Hubacek’in araştırmalarına göre, dünya nüfusunun sürdürülebilir bir şekilde gezegenin taşıma kapasitesine uygun yaşam biçimlerine geçebilmesi için tüketim alışkanlıklarında köklü değişiklikler gerekmektedir. Hubacek, özellikle gıda tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesinin büyük bir çevresel etki yaratabileceğini vurgulamaktadır (Tian et al., 2024). Bitkisel temelli bir diyete geçiş, gıda kaynaklı sera gazı emisyonlarını önemli ölçüde azaltabilir.
Hayvansal ürünlerin üretimi, yüksek sera gazı salınımına yol açarken, bitkisel gıda üretimi daha düşük emisyonlarla gerçekleştirilir.
Poore ve Nemecek (2018) tarafından yapılan bir çalışmada, kırmızı et üretiminin her kilogram başına 60 kg CO₂ eşdeğeri emisyon ürettiği belirtilirken, bitkisel ürünlerin emisyonları çok daha düşüktür. Hubacek’in çalışmaları da bu tür geçişlerin, yalnızca çevresel etkileri sınırlamakla kalmayıp, gezegenin taşıma kapasitesini aşmamızı engelleyebileceğini göstermektedir. Örneğin, Hubacek ve diğer araştırmacılar (2024), dünya genelinde en zengin %20’nin tüketim alışkanlıklarını daha sürdürülebilir hale getirmesinin çevresel etkileri %25 ila %53 oranında azaltabileceğini ortaya koymuştur.
Bu bağlamda, bitkisel temelli diyetlere geçiş, çevresel sürdürülebilirliği sağlamak için önemli bir strateji olarak öne çıkmaktadır. Hubacek’in araştırmaları, bu tür değişikliklerin gezegen sınırlarının aşılmasını engellemeye yönelik etkili bir yöntem olduğunu ortaya koymaktadır.

Negatif etkileri önlemek için denizcilik sektörüne yönelik önlemler, bölgesel özelliklere göre belirlenmelidir. “Tabii ki farklar olacaktır. Özellikle bitkisel bir diyet, yaks ve sütlerine bağımlı olan geleneksel Moğol göçebe halkı için pek uygun değildir.” Fotoğraf: Yaroslav Chaadaev/Pexels.
Çözüm Odaklı Bir Yaklaşım
Hubacek, gezegen sınırlarının aşılmasının olumsuz etkilerinden kaçınmak için çözüm odaklı bir yaklaşım benimsemektedir. Ancak, bu çözümlerin yalnızca yeni teknolojilerle sınırlı olmaması gerektiğini savunmaktadır. Mevcut çevresel sorunlara karşı etkili çözüm önerilerinin büyük ölçüde mevcut olduğunu ancak bu çözümlerin uygulamaya konulabilmesi için hükümetlerin çevreyi tahrip eden sektörleri sübvanse etme politikalarından vazgeçmeleri gerektiğini belirtmektedir (Hubacek et al., 2023). Fosil yakıtlara yapılan sübvansiyonların, sürdürülebilir ticaret mekanizmalarını ve karbon ticaretini engellediğine dair eleştiriler öne çıkmaktadır.
Umut Var Olmak

İnsanlık, gezegenin sınırları içinde kalabilir, ancak bunun için bilimsel kanıtlara dayalı bir politika gereklidir. Fotoğraf: ADB/Asya Kalkınma Bankası
Sürdürülebilir Bir Gelecek İçin Bilimsel Veriye Dayalı Politikalar
Hubacek, insanlığın gezegenin taşıma kapasitesinin sınırları içinde kalmasının mümkün olduğunu ancak bunun yalnızca bilimsel verilere dayalı politika kararları ile sağlanabileceğini savunmaktadır. Mevcut çevresel politikaların çelişkili uygulamaları, sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşılmasını engellemektedir. Bu nedenle, bilimsel kanıtlara dayalı bir yaklaşım benimsenmesi ve karar alıcıların iklim değişikliği gibi küresel sorunlarla mücadele etmek için gerekli siyasi iradeye sahip olmaları gerektiği vurgulanmaktadır (Steffen et al., 2015).
Kaynaklar:
-Barnosky, A. D., et al. (2011). Has the Earth’s sixth mass extinction already arrived? Nature, 471(7336), 51-57.
-Doney, S. C., et al. (2009). Ocean acidification: The other CO2 problem. Annual Review of Marine Science, 1, 169-192.
-Foley, J. A., et al. (2005). Global consequences of land use. Science, 309(5734), 570-574.
-Hubacek, K., et al. (2023). “Global consumption and its environmental impact: A comprehensive analysis.” *Nature