Mehmet Cömert / BRÜKSEL
Nanoplastikler her yerde karşımıza çıkıyor: havada, okyanuslarda, nehirlerde, hatta kozmetik ürünlerde ve şampuanlarda bile. Plastik artık o kadar yaygınlaştı ki, dünyanın en uzak köşelerine bile nüfuz etmiş durumda ve maalesef bedenlerimize de girmiş durumda.

Sudaki mikro plastikler.
Plastiğin vücudumuza girmesi artık gizlenebilecek bir durum değil. Havadaki mikroplastik parçacıkları, 1 nanometreden 20 mikrometreye kadar değişen boyutlarla, kolayca solunabiliyor ve akciğerlerimizin derinliklerine kadar ulaşabiliyor. Aynı şekilde, yiyeceklerimizde ve içeceklerimizde bulunan mikroplastikler de sindirim yoluyla vücudumuza girebiliyor. Ancak sorun yalnızca gıda ve hava ile sınırlı değil. Kişisel bakım ürünleri, örneğin diş macunu, dudak parlatıcısı ve cilt bakım kremleri, mikro ve nanoplastik parçacıkları içeriyor. Bu ürünler cildimize temas ettiğinde ya da ağız yoluyla alındığında, plastik parçacıkları doğrudan vücudumuza geçebiliyor.
Bir kez vücuda girdiğinde, bu parçacıklar kan dolaşımımıza karışabilir ve akciğerlerimizin en uzak noktalarına bile ulaşabilir. Bu durum, sağlık üzerindeki olumsuz etkilerin ne kadar büyük olabileceğini gözler önüne seriyor.
Şimdi, bu durumun ne kadar endişe verici olduğu ve nanoplastiklerin vücudumuza zarar verip vermeyeceği önemli bir soru. Birçok bilim insanı bu konuya farklı açılardan yaklaşıyor. Scientific Reports dergisinde yayımlanan yeni bir çalışmada, Viyana Tıp Üniversitesi’nden araştırmacı Lukas Kenner ve ekibi, vücuda giren nanoplastiklerin antibiyotiklerin etkisini nasıl değiştirebileceğini inceledi. Bu araştırma, nanoplastiklerin sağlık üzerindeki potansiyel tehlikelerini daha iyi anlamamıza yardımcı olmayı amaçlıyor. Özellikle, nanoplastiklerin antibiyotiklerin etkinliğini zayıflatması veya engellemesi, enfeksiyon tedavisi açısından büyük bir sorun yaratabilir. Bu tür bulgular, vücudumuza giren mikroplastiklerin yalnızca ekosistemler için değil, aynı zamanda insan sağlığı için de ciddi riskler taşıdığına işaret ediyor.
Antibiyotiklerin Etkinliğinin Azalması
Ekip, karmaşık bilgisayar modelleri kullanarak nanoplastiklerin, geniş bir etki alanına sahip bir antibiyotik olan tetrasikline bağlanabileceğini keşfetti. Tetrasiklin, bakteriyel enfeksiyonların tedavisinde yaygın olarak kullanılan, güçlü bir antibiyotiktir. Ancak, nanoplastiklerin bu antibiyotiğe bağlanması, tetrasiklinin etkinliğini zayıflatabilir. Lukas Kenner, Scientias dergisine verdiği röportajda, “Bu oldukça endişe verici bir durum” diyor. “Çünkü antibiyotikler, bakteriyel enfeksiyonlarla mücadelede hayati öneme sahiptir. Bu yüzden, antibiyotiklerin etkinliğini azaltan her şey, sağlık açısından ciddi ve uzun vadeli sonuçlar doğurabilir.”
Araştırmalar, nanoplastiklerin özellikle naylonla güçlü bir bağ oluşturduğunu ortaya koydu. Bu bulgu, iç mekanlarda nanoplastiklere maruz kalmanın genellikle göz ardı edilen bir tehlike olduğuna işaret ediyor. Kenner, iç mekanlardaki mikro ve nanoplastiklerin dış mekanlardan yaklaşık beş kat daha fazla olduğunu vurguluyor.
“Naylon bu durumun önemli bir parçası çünkü tekstil ürünlerinden salınarak, örneğin soluma yoluyla vücuda girebiliyor,” diyor. Naylon ve benzeri nanoplastikler o kadar küçük boyutlardalar ki hücrelere nüfuz edebilir ve antibiyotiklerin etkisini zayıflatabilirler. Bu da antibiyotiklerin enfeksiyonlarla daha az etkili bir şekilde savaşmasına, hastalıkların daha uzun sürmesine ve bakterilerde direnç gelişme riskinin artmasına neden olabilir.
Kenner, nanoplastiklerin hem antibiyotiklerle hem de bakterilerle etkileşime girerek antibiyotiklerin etkinliğini zayıflattığını açıklıyor. “Nanoplastikler, antibiyotiğe yapışarak veya yapısını değiştirerek ilacın etkisini kaybetmesine neden olabilir,” diyor. Ayrıca, nanoplastikler bakterilere bağlanarak onlara koruyucu bir bariyer oluşturabilir veya bakterilerin davranışlarını değiştirerek antibiyotiklerin onları öldürmesini zorlaştırabilir. Bu etkileşim, antibiyotiğin vücutta istenmeyen yerlere taşınmasına yol açarak, hedeflenen etkisini kaybetmesine ve olası başka istenmeyen sonuçlara neden olabilir.

Antibiyotikler
Rezistans
Ancak bu durum, yalnızca başlangıçtaki endişe verici bulgularla sınırlı kalmıyor. Lukas Kenner, “Nanoplastiklerin yüzeyindeki antibiyotik konsantrasyonunun artması, özellikle endişe verici,” diyerek, bu artışın antibiyotiğe dirençli bakterilerin gelişmesine katkı sağladığını belirtiyor. Tetrasikline daha güçlü bağlanan naylon 6,6 ve polistiren gibi plastikler, bu durumu daha da kötüleştirebilir, çünkü bu tür plastikler direnç riskini artırma potansiyeline sahiptir.
Peki, bu nasıl bir tehlike yaratıyor? Kenner, nanoplastiklerin bakterilere ekstra koruma sağlayarak veya antibiyotiğe düşük düzeyde maruz kaldıkları ortamları teşvik ederek, antibiyotik direncini artırabileceğini açıklıyor. “Bakteriler, antibiyotikler tarafından öldürülmediğinde, bu onlara uyum sağlama ve direnç geliştirme fırsatı tanır. Nanoplastikler, antibiyotiklerin etkinliğini zayıflatarak bakterilerin hayatta kalması için ideal bir ortam yaratır, bu da ilaca dirençli bakterilerin yayılmasına yol açabilir,” diyor. Bu, antibiyotiklere karşı direnç gelişmesini hızlandırarak, tedavi süreçlerini daha da zorlaştırabilir ve sağlık sisteminde ciddi sorunlara yol açabilir.
Nanoplastikler, değisik sağlık sorunlarına yol açabilir
Nanoplastiklerin çevremizde ve vücudumuzda giderek daha yaygın hale gelmesi, bu konuda yapılan araştırmaları daha da endişe verici kılıyor. Kenner, “Nanoplastiklerin artan varlığı, pek çok sağlık sorununa yol açabilir,” diyor. “Nanoplastikler yalnızca antibiyotiklerin etkinliğini bozmakla kalmaz, aynı zamanda diğer zararlı maddelere de daha fazla maruz kalmamıza neden olur. Çünkü bu plastikler, kirleticileri üzerinde taşıyıp vücudumuza salabilirler.” Uzun vadede, bu durum yabancı parçacıklara maruz kalmanın etkisiyle daha fazla antibiyotiğe dirençli enfeksiyonların ve kronik sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına yol açabilir. Özellikle nanoplastikler, yiyeceklerimize ve içme sularımıza karışabildiğinden, sağlık üzerindeki etkileri çok daha ciddi hale gelebilir. Antibiyotik direnci dünya genelinde büyüyen bir tehdit haline geldiği için, bu tür etkileşimlerin ciddiyetle ele alınması gerektiği açık bir şekilde ortaya çıkıyor.

Prof. Dr. Lukas Kenner, bir Avusturyalı biyomedikal bilimci ve tıp profesörüdür. Kendisi, özellikle kanser araştırmaları ve genetik bilimler alanındaki çalışmalarıyla tanınmaktadır.
Resim görünmeye başladı
Bu çalışma, plastiğin sağlığımız üzerindeki etkilerini daha iyi anlamamıza önemli bir katkı sağlıyor. Bu, büyük bir adım çünkü artık nanoplastiklerin vücudumuza girdiğini biliyoruz, ancak bunların gerçekten ne kadar zararlı olduğunu tam olarak anlayabilmiş değiliz. Mikro ve nanoplastiklerin insan sağlığı üzerindeki risklerine dair hala çok az bilgi mevcut, bu nedenle gıdalarda bulunan mikroplastiklerin ne kadarının tehlikeli olduğuna dair resmi bir kılavuz da bulunmuyor. Dahası, belirli bir miktar mikroplastiklerin ne zaman gerçekten tehlikeli hale geldiğini belirleyen bir çalışma henüz yapılmamış. Ancak bu yeni araştırma, plastiğin sağlığımız üzerindeki potansiyel etkilerine dair büyük bir boşluğu dolduruyor ve bu sayede konu hakkında daha fazla bilgi edinmeye başlıyoruz.
Kendimiz Ne Yapabiliriz?
Neyse ki, nanoplastiklere maruz kalmamızı sınırlamak için alabileceğimiz bazı önlemler bulunuyor. Kenner, “Tüketiciler, satın aldıkları ürünlerin ambalajına ve içeriğine dikkat ederek daha bilinçli tercihler yapabilirler,”diyor. “Özellikle yiyecek ve içeceklerde, plastik ambalajdan kaçınmak maruziyeti azaltmaya yardımcı olabilir.”* Nanoplastiklerin en büyük kaynaklarından biri, araba lastiklerinin aşınması ve yıpranmasıdır. Bu nedenle, daha az araç kullanmak veya hız limitlerine uymak da nanoplastiklere maruz kalmayı azaltan bir seçenek olabilir.
Ayrıca, nanoplastiklerin sağlık üzerindeki potansiyel riskleri konusunda farkındalık arttıkça, tüketiciler daha bilinçli seçimler yapma konusunda daha fazla fırsat bulacaktır. Bu basit önlemler, nanoplastiklerin olumsuz etkilerini sınırlamaya yardımcı olabilir.
Kenner, nanoplastiklerin etkilerinin azaltılması için yalnızca bireysel önlemlerin yeterli olmayacağını, aynı zamanda politika değişikliklerinin de gerektiğini vurguluyor. “Plastik kullanımına yönelik daha katı düzenlemeler, tek kullanımlık plastiklerin sınırlanması ve alternatif malzemelerin araştırılmasının teşvik edilmesi, nanoplastik kirliliğinin azaltılmasında önemli bir adım olabilir,” diyor.
Mikroplastikler ve Nanoplastiklerin Sağlık Üzerindeki Etkileri: Cambridge Üniversitesi Araştırması
Cambridge Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, mikroplastiklerin ve nanoplastiklerin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine dair güçlü bir kanıt grubu ortaya koydu. Bu bulgular, plastik kirliliğinin sağlık üzerindeki potansiyel tehditlerini daha net bir şekilde gözler önüne seriyor. Araştırmalar, mikroplastiklerin ve nanoplastiklerin vücudumuza nasıl sızdığı, organlarımıza nasıl etki edebileceği ve biyolojik süreçlerimizi nasıl bozabileceği konusunda yeni ve uyarıcı veriler sunuyor. Bu durum, plastik kirliliğiyle mücadelede daha acil adımlar atılması gerektiğini vurguluyor. Mikroplastikler ve nanoplastikler, biyolojik bariyerleri aşarak vücudumuza sızabilir, kan dolaşımına karışabilir ve hatta hücrelerimizin içinde mitokondriler tarafından içselleştirilebilirler.
Mitokondriler, her insan hücresinin ‘enerji santralleri’ olarak işlev görür ve vücudun tüm biyolojik süreçlerinde hücresel işlevleri yönlendirmek için enerji üretir. Bu nedenle, mitokondriler sağlıklı hücre fonksiyonları için kritik bir rol oynar. Ancak, mitokondriler son derece hassastır ve herhangi bir hasar, hücrenin normal işlevlerini yerine getirmesini engelleyebilir. Mitokondriyal bozulma, hücrelerin enerji üretimini ve dolayısıyla biyolojik süreçleri ciddi şekilde etkileyebilir, bu da sağlık üzerinde olumsuz sonuçlara yol açabilir.
Mitokondriyal sağlık ve işlev bozulduğunda, bu durum vücuttaki bir dizi önemli biyolojik süreci etkileyebilir. Nanoplastikler ve mikroplastiklerin mitokondriler üzerinde yarattığı olumsuz etkiler, Alzheimer gibi nörodejeneratif hastalıklar ve felç gibi kardiyovasküler hastalıklar gibi çeşitli sağlık sorunlarının riskini artırabilir. Mitokondrilerin düzgün çalışmaması, hücrelerin enerji üretimini ve sinirsel iletimi bozarak, beyin fonksiyonları ve kalp-damar sağlığı üzerinde ciddi tehditler oluşturabilir. Bu nedenle, nanoplastiklerin mitokondriyal sağlık üzerindeki etkileri, genel sağlık için önemli bir tehlike olarak görülmektedir.

Arastirmacilar Fulya Dal Yöntem (sol) ve Müfide Aydoğan Ahbab (sağ).
Koç Üniversitesi’nden Fulya Dal Yöntem ve Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nden Müfide Aydoğan Ahbab, mikroplastiklerin ve nanoplastiklerin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini inceleyen 130 araştırmayı ele aldı.
Çalışmada, bu plastiklerin özellikle mitokondriler üzerinde zararlı etkiler yarattığına dikkat çekildi. Mitokondriler, hücrelerin enerji üretim merkezleri olarak kritik bir rol oynar ve enerji üretiminde aksama, hücre fonksiyonlarını bozarak çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir. Araştırma, plastik kirliliğinin çevresel ve sağlık risklerinin daha derinlemesine incelenmesi gerektiğini vurguluyor.
Siyasilere Önemli Görevler: Plastik Kirliliğiyle Mücadelede Acil Adımlar
Türk araştırmacı ekibi Koç Üniversitesi’nden Fulya Dal Yöntem ve Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nden Müfide Aydoğan Ahbab, mikroplastik ve nanoplastik kirliliğinin sağlık üzerindeki tehlikelerini vurgulayan önemli bir uyarı yaptı.
Araştırmacılar, “Eğer daha fazla insan, mikroplastiklerin ve nanoplastiklerin kanser gibi ölümcül hastalıklar ve Alzheimer gibi nörodejeneratif hastalıklarla olan ilişkisinin artan risklerini fark edebilseydi, büyük ihtimalle daha güçlü bir eylem çağrısı yapılır ve harekete geçilirdi” şeklinde uyardılar.
Bu tespit, sorunun ciddiyetini gözler önüne seriyor ve plastik kirliliğine karşı daha geniş bir toplumsal farkındalık oluşturulması gerektiğini gösteriyor. Araştırmacılar, aynı zamanda bireylerin de kendi plastik kullanım alışkanlıklarını gözden geçirmeleri gerektiğinin altını çizdi. Hükümetler ve uluslararası kuruluşlar ise plastik atıklarının azaltılmasına yönelik politika geliştirmeli ve sürdürülebilir alternatiflerin kullanımını teşvik etmelidir.
Dal Yöntem ve Aydoğan Ahbab, bu sorunun çözülmesi için disiplinler arası bir iş birliğinin şart olduğunu belirtti. Çevre bilimi, toksikoloji, halk sağlığı ve siyaset gibi farklı alanları kapsayan ortak bir yaklaşım gerektirdiğini vurguladılar. Bu çaba, sadece çevremizi korumakla kalmayacak, aynı zamanda insan sağlığını ve gelecek nesillerin sağlığını da güvence altına alacaktır.