20.7 C
İstanbul
06 Mayıs 2025, Salı
Ana SayfaKarbondioksit (CO₂)“Karbonu Taşa Çevirebilir miyiz?”

“Karbonu Taşa Çevirebilir miyiz?”

Tarih:

Önerilen Yazılar

AB-Türkiye İlişkilerinde Dönüm Noktası mı?

AB Komiserleri Dombrovskis ve Kos, Brüksel’de Türkiye Maliye Bakanı...

Osmanlı Devleti Neden Modernleşmeye İhtiyaç Duydu?

ÖZET Bu makale, Osmanlı İmparatorluğu'nda 19. yüzyıldan itibaren gelişen modernleşme...

Yağmurdan Elektrik Mi?

Yağmur damlalarını enerjiye dönüştürmek, alışılmışın dışında bir fikir. By Mehmet...

“Yeryüzü Yine Konuştu, Dinleyen Kim?”

Küçük Kıyamet: Tarih Tekerrürden mi İbaret? 10 Eylül 1509 gecesi,...

AB’nin Gerçek Sınavı: Hidrojen, Geri Dönüşüm, Adalet

AB Komisyonu’nun İklim, Net Sıfır ve Temiz Büyüme’den sorumlu...

İzlanda’daki Hellisheiði Santrali, karbondioksiti taşa çeviren CarbFix projesinin başladığı yerdir.

By Mehmet Cömert / Brüksel

Giriş – Küresel Krize Yeni Bir Yanıt

Dünya, sanayi devriminden bu yana birikmiş sera gazı emisyonlarının yol açtığı geri dönüşsüz iklim krizinin pençesinde. Atmosferdeki karbondioksit (CO₂) oranı, yalnızca ekolojik dengeyi değil, insan uygarlığının geleceğini de tehdit eden bir seviyeye ulaştı.

Fosil yakıt kullanımının azaltılması, yenilenebilir enerjiye geçiş ve enerji verimliliği gibi çözümler artık yetersiz kalırken, bilim dünyası giderek daha fazla “negatif emisyon teknolojileri”ne yöneliyor. Bu teknolojilerin başında ise doğrudan havadan CO₂ yakalama ve yeraltında depolama (DACCS – Direct Air Capture and Carbon Storage) geliyor.

Bu çerçevede, 2024 yılında İzlanda’da faaliyete geçen Mammoth adlı tesis, karbon yakalama teknolojisinin ölçeklenebilirliğini test eden en iddialı pilot projelerden biri olarak küresel gündemde yerini aldı. Jeotermal enerjiyle çalışan bu dev tesis, yalnızca bir mühendislik harikası değil; aynı zamanda sürdürülebilirlik, etik, ekonomi ve uluslararası çevre politikalarının da merkezine yerleşmiş durumda. Peki bu sistem gerçekten işe yarıyor mu? Yoksa bir avuç teknoloji şirketinin çevresel sorumluluğu pazarlamaya çevirdiği yeni bir “yeşil makyaj” mı?

Mammoth Projesi Nedir?

İzlanda’nın jeotermal kaynaklar açısından zengin güneybatı bölgesinde, Reykjavik yakınlarındaki Hellisheiði jeotermal santralinin hemen yanında yükselen Mammoth tesisi, Climeworks (İsviçre) ve Carbfix (İzlanda) şirketlerinin ortak girişimiyle 10 Mayıs 2024’te faaliyete geçti.

Bu tesis, üç yıl önce aynı bölgede kurulan ve yılda 4.000 ton CO₂ çekme kapasitesine sahip Orca tesisinin dokuz katı büyüklüğünde. Yeni sistem, 72 devasa fan ünitesi ve gelişmiş filtreleme teknolojisi sayesinde yılda 36.000 ton CO₂’yi doğrudan atmosferden emebiliyor.

Mammoth’un farkı yalnızca kapasite artışı değil. Proje, doğrudan hava yakalama (DAC) sistemini, yeraltı mineralizasyon teknolojisiyle birleştirerek CO₂’yi kalıcı olarak kayalıklara gömen dünyadaki ilk büyük ölçekli uygulamalardan biri. Bu anlamda Mammoth, sadece karbonu yakalamakla kalmıyor; aynı zamanda doğayla bütünleşik bir çözüm öneriyor: havadaki karbonu “taşlaştırmak.” Climeworks’in geliştirdiği sistem, havadaki CO₂’yi fanlar aracılığıyla içeri çekiyor, özel filtrelerle ayrıştırıyor ve daha sonra Carbfix’in kimyasal süreciyle, suya çözülmüş olarak yeraltındaki bazalt kayaçlara enjekte ediyor.

Bu süreç, doğal karbon mineralizasyonunun laboratuvar koşullarında hızlandırılmış hali. Binlerce yıl süren bir doğa olayı, yalnızca iki yıl içinde tamamlanabiliyor.

Bu yönüyle Mammoth, yalnızca bir fabrika değil; iklim teknolojilerinin geleceği üzerine yürütülen global deneyin simgesi.

Teknolojik İşleyiş: Karbonu Yakalamak ve Taşa Dönüştürmek

CarbFix tarafından paylaşılan bu görsel, CO₂ yüklü su ile bazalt kaya arasındaki etkileşim sonucunda oluşan kalsiti göstermektedir.

Mammoth tesisinde uygulanan süreç, iklim mühendisliği açısından son derece sofistike bir döngüye dayanıyor. Sistem, dört ana aşamadan oluşuyor:

  1. Havanın Çekilmesi:

Tesisin 72 adet fan ünitesi, dış ortam havasını özel filtrelere doğru yönlendiriyor. Bu fanlar, karbon içeriği çok düşük olan atmosfer havasını dahi verimli bir şekilde işleyebiliyor.

  • CO₂’nin Yakalanması:

Hava, amine bazlı kimyasal filtrelerden geçerken CO₂ molekülleri bu filtrelere tutunuyor. Filtreler doygunluğa ulaştığında sistem kapatılıyor ve yaklaşık 100°C’de ısıtılarak CO₂ gazı serbest bırakılıyor. Bu işlem ortalama 4 saat sürüyor.

  • Taşınması ve Enjeksiyon:

Elde edilen saf CO₂, üç kilometre uzunluğunda yer altı borularıyla enjekte edileceği alanlara taşınıyor. Burada, CO₂ suyla çözülerek bir “gaz-sıvı karışımı”na dönüştürülüyor. Bu karışım daha sonra 800 ila 2.000 metre derinlikteki bazalt kayaçlara yüksek basınçla enjekte ediliyor.

  • Mineralizasyon:

CO₂ içeren sıvı, bazalt kayaların gözenekli yapısı içinde kalsiyum, magnezyum ve demirle tepkimeye girerek karbonat minerallerine dönüşüyor. Böylece, CO₂ binlerce yıl boyunca doğada stabil kalabilecek bir forma—taşlaşmış bir kimyasal bileşiğe—dönüşmüş oluyor.

Bu süreç, doğanın kendi döngüsünü model alıyor ve onu hızlandırıyor. Normalde binlerce yıl sürecek olan bu jeokimyasal dönüşüm, Mammoth’ta yalnızca iki yıl içinde tamamlanıyor.

Ancak bu işlem, enerji yoğun bir süreç. Tesisin bu devasa enerji ihtiyacı, tamamen yanındaki Hellisheiði jeotermal santralinden karşılanıyor. Bu sayede süreç, fosil yakıtlara başvurmadan gerçekleşiyor ve karbon negatif kalabiliyor.

Neden İzlanda? Jeolojik ve Jeopolitik Bir Avantaj

Mammoth gibi ileri teknoloji bir karbon yakalama tesisinin İzlanda’da kurulması rastlantı değil; bilakis stratejik bir tercih. Bu seçimin arkasında hem jeolojik hem de enerji politikası açısından son derece rasyonel nedenler yatıyor.

İzlanda, enerji açısından dünyanın en ayrıcalıklı ülkelerinden biri. Ülke, elektrik ihtiyacının %70’inden fazlasını jeotermal kaynaklardan karşılıyor. Hellisheiði santrali, bu zenginliğin somut örneği. Mammoth, doğrudan bu santralden beslenerek tüm karbon yakalama ve mineralizasyon sürecini karbon salımı olmadan tamamlayabiliyor. Bu, karbon nötr değil, doğrudan karbon negatif bir sistem anlamına geliyor.

Ancak sadece enerji değil, yer altı jeolojisi de eşsiz. İzlanda’nın bazalt zeminli yapısı, karbon mineralizasyonu için bilim insanlarının “ideal ortam” olarak tanımladığı koşulları sunuyor. Gözenekli ve reaktif olan bazalt, CO₂’yi kalıcı olarak kalsit ve benzeri karbonat minerallerine dönüştürme konusunda olağanüstü bir malzeme. Diğer ülkelerde bu jeolojik avantaj mevcut değil.

Ayrıca İzlanda, iklim değişikliğinden en çok etkilenen bölgelerden biri. Buzulların hızla eridiği, deniz seviyelerinin yükseldiği bu coğrafyada halk ve hükümet, çevresel yeniliklere açık. Bu nedenle proje, yerel kamuoyunda da geniş destek buluyor.

İzlanda hükümeti, iklim bilimi, jeoloji ve deniz biyolojisi gibi alanlarda araştırma yapan bilim insanlarına adeta açık bir laboratuvar ortamı sunmaktadır. Bu durum, Mammoth gibi pilot projelerin akademik ve bilimsel altyapıdan da maksimum fayda sağlamasına olanak tanıyor.

Yeni Bir Ekonomik Model: Karbonu Satmak mı, Sorumluluğu Paylaşmak mı?

Mammoth’un işleyişi yalnızca teknolojik değil, aynı zamanda ekonomi politikaları açısından da dikkat çekici bir paradigma değişimine işaret ediyor. Karbon emisyonlarını azaltmak bir maliyetken, bu proje karbonu doğrudan havadan çekmeyi “satılabilir” bir hizmete dönüştürüyor.

Bu dönüşümün merkezinde, Climeworks’ün geliştirdiği “abonelik temelli karbon giderimi modeli” yer alıyor. Şirket, bireylere ve kurumlara aylık belirli miktarda CO₂’nin atmosferden çekileceği taahhüdünü veriyor.

Örneğin, aylık 30, 50 ya da 100 kilogram CO₂ yakalama paketi satın alan bireyler, yıl sonunda resmi bir “karbon giderimi sertifikası” alıyor. Bu sayede, çevresel sorumluluğu yalnızca devletlerin değil bireylerin ve özel sektörün de üstlenmesi teşvik ediliyor.

Ancak esas finansal omurga büyük kurumsal oyuncular. Microsoft, Shopify, The Economist Group, Swiss Re ve Stripe gibi dev firmalar, Climeworks’ten milyonlarca dolar değerinde karbon kredisi satın alarak yalnızca “yeşil imaj” oluşturmakla kalmıyor; aynı zamanda sürdürülebilirlik raporlarında ciddi sorumluluklar üstlenmiş oluyorlar. Örneğin Microsoft, 10.000 ton CO₂ için ödeme yaptı ve projeye aynı zamanda yatırımcı olarak da dahil oldu.

Climeworks’ün fiyat politikası da dikkat çekici. 2024 itibariyle 1 ton CO₂ giderimi için belirlenen fiyat yaklaşık 600 dolar. Bu rakam, bugünkü küresel karbon piyasalarının oldukça üzerinde. Avrupa Komisyonu’nun 2019 raporuna göre, doğrudan havadan CO₂ çekme maliyeti 80 ila 200 euro arasında değişiyor. Ancak Climeworks, pilot düzeyde yürüyen projelerin pahalı olmasının kaçınılmaz olduğunu, yaygınlaştıkça maliyetlerin 100 dolar/ton altına düşeceğini savunuyor.

Tüm bu yapı, iklim politikalarında giderek önem kazanan “karbon kaldırımı ekonomisi”ni yeni bir boyuta taşıyor: Kirleten öder değil, önceden ödeyen temizler.

SSınırlı Bir Çözüm mü, Görünen Bir Umut mu?

Mammoth gibi projeler, kamuoyunda büyük heyecan yaratırken, bilimsel çevrelerde bazı ciddi soruları da beraberinde getiriyor. Çünkü her ne kadar CO₂’nin doğrudan atmosferden çekilmesi teknik olarak mümkün olsa da, bunun küresel ısınmayı durdurmak için yeterli olup olmayacağı tartışmaya açik bir durum.

En temel sorun, ölçek meselesi. Mammoth yılda 36.000 ton CO₂ yakalayabiliyor. Bu, küresel düzeyde yalnızca birkaç saniyelik emisyona denk geliyor.

Paris-New York arasında 4.000 uçuş ya da 870 aracın tüm ömrü boyunca üreteceği karbon miktarını telafi etse de, dünyada yılda yaklaşık 36 milyar ton CO₂ salındığı düşünülürse, bu miktar okyanusta bir damla gibi.

Bir diğer ciddi engel, ekonomik olarak sürdürülebilir bir model sunmaması. Bugün için doğrudan hava yakalama sistemlerinin maliyeti, endüstriyel bacalardan karbon yakalama sistemlerine kıyasla çok daha yüksek. Atmosferdeki CO₂ oranı yalnızca %0.041 gibi düşük bir seviyede olduğundan, havadan CO₂ yakalamak daha çok enerji, zaman ve para gerektiriyor. Bu da teknolojiyi yalnızca finansal gücü olan devletler ya da şirketler için erişilebilir kılıyor.

Ayrıca, bu teknoloji jeolojik olarak sınırlı bölgelerde uygulanabiliyor. Örneğin mineralizasyon için gerekli olan bazalt kayaçlar dünyanın her yerinde bulunmuyor. Enerji ihtiyacının karşılanabilmesi için jeotermal ya da çok ucuz yenilenebilir kaynaklara erişim de zorunlu. Yani Mammoth gibi tesislerin İzlanda dışında ölçeklenmesi, ciddi altyapı ve coğrafi uygunluk gerektiriyor.

Bir diğer eleştiri ise ahlaki tehlike meselesi. Bazı uzmanlara göre, bu tür teknolojiler politikacılar ve şirketler için bir “kaçış yolu” sunabilir. Yani karbon azaltımına odaklanmak yerine, atmosferdeki karbonu “sonradan temizleme” fikriyle sürdürülemez davranışlar meşrulaştırılabilir. Bu durum, yeşil badana (greenwashing) riskini artırıyor.

Sonuç olarak Mammoth, umut verici bir teknoloji olmakla birlikte, küresel iklim çözümünün tamamı değil, sadece bir parçası olabilir.

Geleceğe Dair: Bir Laboratuvardan Küresel Çözüme mi?

Mammoth gibi tesisler bugün için küçük ölçekli, pahalı ve deneysel görünebilir. Ancak iklim krizinin geldiği nokta, bu tür ileri teknoloji çözümleri artık bilim kurgu değil, stratejik gereklilik haline getiriyor. Özellikle 2050’ye kadar karbon nötr olmayı hedefleyen ülkeler için negatif emisyon teknolojileri, enerji dönüşümünün tamamlayıcı ayağı olarak düşünülüyor.

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), bu tür teknolojilerin 2030 sonrası dönemde yaygınlaşabileceğini, özellikle enerji yoğun sektörlerde ve zor azaltılabilir emisyonlarda (çimento, çelik, havacılık) büyük rol oynayacağını belirtiyor. Eğer yenilenebilir enerjiye erişim ucuzlarsa ve jeolojik şartlar uygun olursa, bir ton CO₂ yakalamanın maliyetinin 100 doların altına düşmesi mümkün.

İzlanda gibi ülkeler bu açıdan bir “pilot bölge” değil, aynı zamanda yeni bir küresel sanayi mimarisinin tohumları olabilir. Climeworks’ün 2024 Eylül’ünde İsviçre’den sıvılaştırılmış CO₂’yi gemilerle İzlanda’ya taşıyacak olması, bu iş modelinin uluslararası ticari bir yapıya dönüşebileceğini gösteriyor. İklim çözümleri artık yalnızca yerel değil; karbon ihracatı ve ithalatı olan bir “emisyon ekonomisi” dönemi başlıyor.

Ancak bu teknolojilerin etkili olabilmesi için tek koşul yatırım değil. Aynı zamanda kamusal farkındalık, şeffaf veri paylaşımı ve uluslararası karbon piyasalarının düzenlenmesi gerekiyor. Mammoth bir başlangıç olabilir ama sürdürülebilir bir gelecek için bu girişimin yüzlercesine ihtiyaç var.

Sonuç – Teknolojik Umut mu, Yeşil Makiyaj mı?

Mammoth Projesi, hem mühendislik açısından hem de iklim politikaları bağlamında insanlığın krizlere verdiği en yaratıcı yanıtlardan biri olabilir. Havadaki karbondioksiti yakalayıp yerin derinliklerine gömmek fikri, ilk bakışta bilim kurguya yakın dursa da, bugün İzlanda’da gerçek bir altyapı olarak çalışıyor.

Ve bu teknoloji, geleneksel karbon azaltım yöntemlerinin yetersiz kaldığı bir dünyada radikal çözümlere duyulan ihtiyacın da bir yansıması.

Ancak hiçbir teknoloji, siyasi iradenin, sistemsel değişimin ve kolektif sorumluluğun yerini tutamaz. Mammoth, iklim krizine karşı geliştirilen onlarca çözümden yalnızca biri. Onu mucizevi hale getiren şey teknolojisi değil; sahip olduğu etik, şeffaflık ve kamusal sorumluluk potansiyelidir.

Bugün bu tür projeler, çoğunlukla zengin ülkelerde, güçlü şirketlerin desteğiyle kurulabiliyor. Eğer bu teknoloji gerçekten küresel bir çözüme dönüşecekse, adil erişim, kamusal finansman ve şeffaf yönetişimle desteklenmesi şart. Aksi takdirde uygun koşullar sağlanmazsa, Mammoth sadece bazı şirketlerin çevreci görünme çabasına hizmet eden gösterişli bir vitrin olarak kalır.

Bu nedenle asıl soru şudur: Mammoth bir laboratuvar mı, yoksa gezegenin kaderini değiştirecek bir model mi? Yanıt, teknolojiden çok, insanlığın bu teknolojiye nasıl yaklaştığında saklı.

Abonelik

- Özel röportajlar

- Sıcak gelişmeler

- Akademik çalışmalar

Yeni Yazılar

YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz