13.4 C
İstanbul
19 Nisan 2025, Cumartesi
Ana SayfaSağlıkYeni Bir Antibiyotik Umut mu?

Yeni Bir Antibiyotik Umut mu?

Tarih:

Önerilen Yazılar

Dünya Neden Kırılma Noktasına Geldi?

UNU-EHS'nin 2025 raporu, felaketleri değil, onları doğuran sistemleri ve...

Yapay Zekâ Devrimi: Eşitsizlikle Kodlanan Bir Gelecek

Yapay Zekâ ve İnsan İşbirliği “Bazen bir devrim, sadece makineleri...

Pestisitler Ekosistemi Öldürüyor mu?

Kimyasalların Sessiz Yolu BY Mehmet Cömert / BRÜKSEL Tarımda verimliliği artırma...

ABD İran’ı Vuracak mı?

Diego Garcia’dan Yükselen Sessiz Tehdit ve Nükleer Diplomasi Üzerine...

Alevlere Karşı Yapay Zekâ İşe Yarar mı?

Türkiye'de çıkan orman yangınları BY Mehmet Cömert / BRÜKSEL FireSat projesi,...

Kanada’nın McMaster Üniversitesi’nde görevli bilim insanları, tamamen yeni bir antibiyotik sınıfını tanımlamayı başardı.

BY Mehmet Cömert / BRÜKSEL

Antibiyotiklerin Sessiz Devrimi

Modern tıbbın en sessiz devrimcileri hiç kuşkusuz antibiyotiklerdir. 20. yüzyılın başlarında Alexander Fleming’in penisilini keşfiyle birlikte başlayan bu kimyasal devrim, milyonlarca hayatı kurtarmış, ölümcül enfeksiyonları tedavi edilebilir hale getirmiştir. Cerrahiden organ nakline, onkolojiden yoğun bakıma kadar neredeyse tüm tıbbi başarıların zemininde etkili antibiyotiklerin varlığı yatmaktadır. Ancak bu sessiz kahramanlar, bugün belki de insanlık tarihindeki en ciddi biyolojik tehditlerden biriyle karşı karşıya: antibiyotik direnci.

Bir zamanlar ölümcül olan hastalıkları sıradan hale getiren bu ilaçlar, artık birçok bakteriye karşı etkisiz kalmaya başlamıştır. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre antibiyotik direnci, yalnızca tıbbi değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal bir krizdir (WHO, 2024). Her yıl yaklaşık 4.5 milyon insan, antibiyotiklere dirençli enfeksiyonlar nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Yeni ilaçların keşfi ise durma noktasına gelmiştir. Bugün artık şu sorunun cevabı hayati önem taşıyor: Yeni bir antibiyotik mümkün mü?

Antibiyotik Direnci: Sessiz ve Derinleşen Bir Kriz

Antibiyotik direnci, bakterilerin zamanla antibiyotiklerin etkilerine karşı bağışıklık geliştirmesiyle ortaya çıkan biyolojik bir süreçtir. Ancak bu doğal evrimsel süreç, insan kaynaklı faktörlerle ciddi biçimde hızlandırılmıştır. En büyük sorun, antibiyotiklerin yanlış, aşırı ve bilinçsiz kullanımıdır. Gerek insan tıbbında, gerekse tarım ve hayvancılıkta antibiyotiklerin yaygın kullanımı, bakterilere sürekli bir seçilim baskısı uygulamış ve bu da dirençli türlerin hızla çoğalmasına neden olmuştur (Laxminarayan et al., 2020).

Dirençli bakteriler, sıradan enfeksiyonları bile tedavi edilemez hale getirmektedir. Örneğin idrar yolu enfeksiyonları, zatürre, tüberküloz ve kan zehirlenmesi gibi yaygın hastalıklar, bazı ülkelerde mevcut antibiyotiklerle tedavi edilemez boyuta ulaşmıştır. Bu durum, tıp dünyasında “post-antibiyotik çağ” olarak adlandırılan distopik bir geleceğin kapılarını aralamaktadır (O’Neill, 2016).

Antibiyotik direncinin en korkutucu yönlerinden biri de, hızla yayılan bir sorun olmasıdır. Direnç genleri yalnızca bireysel bakteriler içinde değil, farklı bakteri türleri arasında da yatay gen transferi ile yayılabilmektedir. Bu da lokal bir direnç sorununun kısa sürede küresel bir sağlık tehdidine dönüşmesine neden olur. COVID-19 pandemisinin gösterdiği gibi, bulaşıcı hastalıklar sınır tanımaz; antibiyotik direnci de benzer şekilde, sınır ötesi bir biyolojik felakete dönüşme potansiyeli taşımaktadır.

Ek olarak, antibiyotik geliştirme süreci karmaşık, zaman alıcı ve yüksek maliyetlidir. Yeni bir antibiyotiğin piyasaya sürülmesi 10 ila 15 yıl sürebilir ve 1 milyar dolardan fazlaya mal olabilir. Bu nedenle ilaç şirketleri, daha kârlı olan kronik hastalık ilaçlarına yönelmekte ve yeni antibiyotik geliştirme yarışında geri kalmaktadırlar. Sonuç olarak, 1987’den bu yana yeni bir antibiyotik sınıfı pazara girmemiştir (WHO, 2023).

Bu karamsar tabloya rağmen, yakın zamanda Kanada’daki McMaster Üniversitesi’nde yapılan bir keşif umut ışığı oldu. Bilim insanları, lariocidin adlı yeni bir molekül keşfetti. Bu molekül sadece yeni bir antibiyotik değil, aynı zamanda yepyeni bir antibiyotik sınıfı temsil ediyor olabilir.

Lariocidin’in Keşfi: Toprağın Derinliklerinden Doğan Umut

Yenilikçi antibiyotikler çoğu zaman doğanın kendisinden gelir. Penisilin küften, streptomisin toprak bakterilerinden, tetrasiklin ise doğal mikroorganizmaların fermantasyon süreçlerinden elde edilmiştir. Bu tarihsel örneklerden hareketle, McMaster Üniversitesi’nden bir araştırma ekibi, alışılmadık bir kaynakta çözüm aradı: bir arka bahçe toprağı. Hamilton, Kanada’daki sıradan bir evin bahçesinden alınan toprak örneği, bir yıl boyunca laboratuvar koşullarında dikkatle incelendi. Bu süreçte araştırmacılar, yavaş büyüyen ancak son derece ilginç bir bakteri türüne rastladılar: Paenibacillus.

Bu bakterinin ürettiği madde, bilim insanlarının hemen ilgisini çekti. Molekül, diğer bakterilere karşı etkiliydi — hem de dirençli türlere karşı. Yapılan analizler, bu bileşiğin daha önce tanımlanmamış bir yapıya sahip olduğunu ortaya koydu. Yeni antibiyotik sınıfı adayına lariocidin adı verildi (Wright et al., 2025). Bu keşif, 30 yıldır süregelen bilimsel durgunluğun kırılması, yeni bir ilaç sınıfı geliştirilebileceğine dair güçlü bir işaret anlamına geliyor.

Lariocidin’in Etki Mekanizması: Sıradışı Bir Molekül

Created with GIMP

Lariocidin, kimyasal olarak lasso peptitleri olarak bilinen bir molekül grubuna ait. Bu tür peptitler, yapıları itibarıyla bir lasso (ip halkası) gibi görünür — bir uçtan bağlanmış, diğer ucu serbest olan halkasal peptit zincirleri. Bu yapısal özellik, onlara büyük bir kararlılık kazandırır; çevresel bozulmaya ve enzimatik parçalanmaya karşı dirençlidirler. Ancak lariocidin’i bu kadar özel yapan, sadece yapısı değil, aynı zamanda etki mekanizmasıdır.

Bugüne kadar antibiyotiklerin çoğu, bakterilerin hücre duvarı sentezini, DNA replikasyonunu ya da protein sentezini hedef almıştır.

Ancak lariocidin, bakterilerin protein sentez sistemini benzersiz bir şekilde bloke eder. Molekül, ribozomal RNA’yla etkileşime geçerek protein üretimini tamamen durdurur — bu etkileşim şekli şimdiye dek hiçbir antibiyotik tarafından kullanılmamıştır (Jangra et al., 2025).

Bu sıra dışı etki biçimi, lariocidin’e karşı direnç gelişmesini zorlaştırmaktadır. Ayrıca ilk laboratuvar testlerinde bu molekülün insan hücrelerine toksik olmadığı, yani potansiyel bir ilaç adayı olarak güvenli olabileceği görülmüştür.

MRSA ve karbapenem-dirençli türler dahil olmak üzere çoklu ilaca dirençli bakterilere karşı da etkilidir. Bu, lariocidin’in yalnızca yenilikçi değil, aynı zamanda klinik açıdan kritik bir keşif olduğunu göstermektedir.

Klinik Uygulama Öncesi Zorluklar

Lariocidin’in keşfi heyecan verici olsa da, bu molekülün eczane raflarına ulaşması için önünde uzun ve zorlu bir yol vardır. En büyük sorunlardan biri, bu molekülü üreten Paenibacillus bakterisinin doğal olarak çok düşük miktarlarda lariocidin üretmesidir. Bu da laboratuvar ölçeğinden klinik üretim ölçeğine geçişi oldukça karmaşık hale getirir.

McMaster ekibi şu anda molekülün yapısını değiştirerek üretimini artırmaya çalışıyor. Bu süreçte genetik mühendislik, sentetik biyoloji ve fermantasyon teknolojileri kullanılmakta. Ancak bu süreç zaman alıcıdır ve yüksek maliyetlidir. Ayrıca molekülün kararlılığı, insan vücudundaki biyoyararlanımı ve farmakokinetik özellikleri gibi parametreler klinik deneylerde kapsamlı şekilde test edilmelidir.

Küresel Sağlık Politikaları ve Lariocidin’in Yeri

Dünya genelinde antibiyotik AR-GE’si giderek özel sektörden uzaklaşmakta, kamu fonları ve akademik işbirlikleri öne çıkmaktadır. Lariocidin örneğinde olduğu gibi, gelecekteki antibiyotik keşiflerinin anahtarı kamu destekli, disiplinler arası araştırmalarda yatmaktadır.

Ayrıca uluslararası işbirliği, patent paylaşımı ve etik üretim politikaları geliştirilmedikçe, keşfedilen moleküller gerçek anlamda toplum sağlığına katkı sunamayacaktır (AMR Review, 2023).

Bu noktada Dünya Sağlık Örgütü, OECD ve Avrupa Birliği gibi kurumların rolü büyüktür. Lariocidin gibi umut verici moleküllerin desteklenmesi, sadece bilimsel bir zorunluluk değil, aynı zamanda etik bir sorumluluktur.

Bilimsel Cesaret ve Yeni Bir Umut

Lariocidin’in keşfi, antibiyotik direnci karşısında yılgınlığa düşen bilim dünyası için moral verici bir gelişmedir. Bu molekül, sadece kimyasal bir bileşik değil, aynı zamanda insanlığın doğayla kurduğu ilişkinin bilimsel bir zaferidir. Antibiyotiklerin geleceği, doğadaki sessiz işaretleri okuyabilen bilim insanlarının cesaretinde ve toplumların bu çalışmaları destekleme iradesinde yatmaktadır.

Yeni bir antibiyotik mümkün mü? Evet. Ama bu yalnızca bilimsel zekâyla değil, aynı zamanda politik kararlılık, küresel işbirliği ve etik sorumlulukla mümkün olacaktır.

Kaynak

-Laxminarayan, R., et al. (2013). Antibiotic resistance—the need for global solutions. The Lancet Infectious Diseases, 13(12), 1057–1098. https://doi.org/10.1016/S1473-3099(13)70318-9

-O’Neill, J. (2016). Tackling Drug-Resistant Infections Globally: Final Report and Recommendations. Review on Antimicrobial Resistance. https://amr-review.org/sites/default/files/160518_Final%20paper_with%20cover.pdf

-World Health Organization. (2015). Global Action Plan on Antimicrobial Resistance. https://www.who.int/publications/i/item/9789241509763

-Culp, E., Waglechner, N., Wang, W. et al. (2020). Evolution-guided discovery of antibiotics that inhibit peptidoglycan remodelling. Nature, 578, 582–587. https://doi.org/10.1038/s41586-020-1990-9

-Miethke, M., et al. (2021). Towards the sustainable discovery and development of new antibiotics. Nature Reviews Chemistry, 5, 726–749. https://doi.org/10.1038/s41570-021-00295-1

Abonelik

- Özel röportajlar

- Sıcak gelişmeler

- Akademik çalışmalar

Yeni Yazılar

YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz